Web 1, Web 2, Web 3…

Web 2.0 denildiğinde artık çoğunluğun kafasında bir şeyler canlanıyor ve bir anlam ifade ediyor. Web 2.0, ilk versiyonundan webin kullanımı ile ilgili hem teknik, hem de felsefi farklılıklar içermekteydi. Web 2.0 ile, ilk versiyondaki merkeziyetçi ve denetlenen yapı, merkezden uzaklaşmakta ve denetim de artık daha çok kullanıcıların eline geçmekteydi. İlk olarak 2004 yılında O’Reilly Media Web 2.0 konferansında kullanılan terim, terimi ilk kullanan kişi olan Tim O’Reilly’nin ifadesi ile “bilgisayar endüstrisinde Internet’in bir platform olarak kullanılması ve bu platformdaki başarının kurallarının anlaşılmaya çalışılmasından kaynaklanan bir devrim”di.

Ben webin gerçek değerinin 2.0 versiyonu ile çok daha fazla ortaya çıktığına inanıyorum. Webdeki içeriğin, kullanıcılar tarafından yorumlanabilir ve değiştirilebilir hale gelmesi ile, bilginin tek merkezden oluşturulduğu bir yapı ile ulaşılamayacak bir bilgi çeşitliliği ve iletişim etkinliğine ulaşılmış oldu. Web 2.0 dönemine çok iyi bir örnek olarak Wikipedia verilebilir. Milyonlarca kişinin içeriğine katkıda bulunduğu canlı içerik ancak bu şekilde meydana çıkabilirdi.

Web 3.0 neler getirmekte?
2006 yılı içinde kullanılmaya başlayan Web 3.0 terimi ise, webin bir sonraki fazında yaşayacaklarımızı daha iyi anlamamıza olanak tanımakta. Web 3.0’da webin kendisinin bir veritabanına dönüşerek, farklı uygulamalar tarafından bilginin kolayca paylaşılabilmesi, yapay zeka teknolojilerinin bilgi oluşturma ve yorumlama amacı ile kullanılması, semantik web ve 3 boyutlu web kavramlarından bahsedilmekte.

Webin kendisinin bir veritabanın dönüşmesi, günümüzdeki XML benzeri uygulamalar ile, webdeki içeriğin sorgulanabilir hale gelmesi ile mümkün olmakta. Yeni geliştirilen standartlaştırılmış sorgulama teknolojileri ile, bu alandaki entegrasyon ve kullanılabilirliğin gittikçe artması öngörülmekte. Gelecekte webdeki bilgilerin yapay zeka araçları ile yorumlanarak, faydalı bilgilere ulaşılması yaygınlaşacak. Örneğin, webin analizi ile farklı ürünlerle ilgili satış tahminlerinde bulunma veya sosyal tahminlerde bulunmak şimdi bile gerçekleştirilebilen uygulamalar. Semantik web terimi ise, webdeki bilginin, farklı sistemler tarafından, anlamları yorumlanarak ele alınabilmesi ve işlenebilmesini ifade etmek amacı ile kullanılmakta. Semantik web vizyonu gerçekleştiğinde Google’a (veya o zamanki geçerli arama motoruna) “Uçak bileti almak istiyorum, İstanbul-ankara gidiş dönüş, 17-19 Haziran 2007, en ucuz bilet” yazarak sorguladığınızda, sizin için bu konudaki servisleri sorgulayarak, en uygun seçeneği önünüze getirebilecek. Bu vizyon, şu anda yaptığımız “ara-bul-incele-en uygununa karar ver-satın al” döngüsünün, “ara-en uygununu satın al” şeklinde kısalmasına, ve aradaki bütün aşamaların, akıllı sistemler tarafından gerçekleştirilmesine olanak tanıyacak.

Bu gelişmeler, Internet’te pazarlama alanında da önemli değişikliklere sebep olacak. Öncelikle, mikro düzeyde pazarlama aktivitelerinin gittikçe daha fazla önem kazanacağını düşünüyorum. Semantik webin yaygınlaşması ile, farklı platform ve mecralardaki bilginin yorumlanması ve bu yorumlanan bilgiye göre pazarlama aktivitelerinin gerçekleştirilmesi mümkün olacak. Böylece günümüzde reklam dünyasında pazar payı hızla yükselen Google Adwords ve Google Adsense benzeri gelişmiş uygulamalar çok farklı şekillerde karşımıza çıkmaya başlayacaklar. Ayrıca, satın alma sürecinde kullanılacak yapay zeka uygulamaları ile, günlük satın alma işlemlerinin çoğunun artık makineler tarafından gerçekleştirilmesi, bir çok sektördeki rekabetin farklı bir boyuta taşınmasına sebep olacak. Yani, Web 3.0, bir taraftan yeni pazarlama olanakları sunarken, diğer taraftan mevcut rekabetin de daha yoğunlaşmasına katkıda bulunacak.

Windows Mobile ile Push Mail


Windows Mobile 5 içeren telefonumu alalı epey oldu, ama desteklediği “Push Mail” özelliğini kullanma imkanım olmamıştı. Bunun en önemli sebebi, Türkiye’de e-posta servisi sunan kurumların, bu özelliği destekleyen altyapıyı size sunmamaları. Aslında çok da zor bir şey değil, ancak, sanırım çok ilgilenilmiyor bu konuyla. Sonuçta da, Push Mail kullanmak isteyenler gidip mutlaka Blackberry satın almak zorunda kalıyorlar.

Push Mail Nedir?
Bu özellik ile, size ulaşan e-postalar mobil cihazınıza anında yönlendirilmekte, yani nasıl ki SMS size hemen gönderildiğinde ulaşıyorsa, Push Mail ile, e-postalarınız da anında size ulaşmakta. Böylece, günde bir kaç defa her e-posta hesabınıza ayrı ayrı giriş yapmaktan kurtuluyorsunuz.

Windows Mobile cihazınız ile Push Mail’den nasıl faydalanacaksınız?
Bunun en pratik ve ücretsiz yolunu PDA Dünyası web sitesinde buldum. Bu yazıda tarif edildiği gibi, push mail özelliğinden hemen faydalanmaya başlayabilirsiniz.

Aslında bu özellik sadece e-postalarla sınırlı değil, Outlook takvim v.b. özellikleri ile de anında senkronizasyon gerçekleştirilebiliyor. Microsoft’un ilgili makalesine de buradan ulaşabilirsiniz.

Teşekkürler PDA dünyası. DorukNet, hadi bu konuda bir servis sunmaya başlayın 🙂

Sağlıklı yaşam için Wii


Evet, sağlıklı yaşam için Wii’yi kullanabilirsiniz. Nintendo’nun oyun konsolu Wii, size eğlenirken spor yapma imkanı da tanımakta. Nasıl mı?

Geçtiğimiz günlerde sevgili Ekim Nazım Kaya‘dan ikinci el aldığım Wii çok eğlenceli bir alet. Geleneksel oyun konsollarından farklılaşan özelliği, hareket algılayan sensörler içeren kullanıcı birimlerine yer vermesi. Bu birimleri, elinizdeyken yaptığınız hareketlerin aynısı, ekranda sizi canlandıran karakter tarafından gerçekleştirilmekte. Dolaysı ile, bir çeşit sanal gerçeklik içinde hissetmektesiniz kendiniz.

Wii Sports Pack içinden çıkan 5 adet oyun var: Bowling, Beyzbol, Golf, Boks ve Tenis. İlk oyunlarımda daha çok tenise odaklandım, ama kısa süre sonra hepsini denedim. Boks oynarken farkettiğim şey, bana Wii’nin oyun dışında da kullanılabileceğini düşündürdü. Çünkü, boks esnasında terlemiş ve nabzım da ciddi bir seviyeye ulaşmıştı.

Daha sonra, ilk oyun denememde, bu sefer Polar kalp monitörümü de göğsüme takarak bir deneme yaptım ve sonuçlar hayret vericiydi. 28 dakikalık boks seansındaki ortalama kalp atış hızım 139 olmuştu, ciddi de kalori harcamıştım. Bir kaç gün sonra bir deneme daha yaptım, bu sefer daha iddialıydım, 1 saat 30 dakikalık seansta ortalama kalp atış hızım 134 olmuştu (5 dakikalık mola dahil) ve 904 kalori harcamıştım. Bu müthişti, üstelik bunu yaparken hiç canım da sıkılmamıştı, hatta çoğunlukla boksun heyecanına kaptırmıştım kendimi!

Ancak, ilk denememden sonraki gün, kollarımın ciddi şekilde ağrıdığını da söylemem lazım, genellikle koşuya alışık olan vücudum için, bu yeni bir şeydi ne de olsa!

İşte böyle, ben bir süre koşu bandı yerine Wii ile spor yapacağım, bakalım uzun vadeli olacak mı?

İlgili bağlantı:
Nintendo, Oyun Başında Forma Sokacak

İlgili yazılar:
Sağlıklı Yaşam
Sağlıklı Yaşam İçin Spor – 1
Sağlıklı Yaşam İçin Spor – 2
Evde Spor Yapmak İçin En Uygun Alet Hangisi?
Kendi Alanında Bir Pazar Lideri: Polar

Elveda Netscape Navigator :-|

Netscape Navigator’un son sahibi olan AOL, 2008’den itibaren ürün geliştirme çalışmalarının ve destek hizmetlerinin sonlandırılacağını duyurdu. Ve böylece Internet’te bir dönem kapanmış oldu. Internet’le, Türkiye’deki ilk günlerinde tanışanların hepsi Netscape Navigator’ı kullanmışlardır. Daha genç olanlar içinse, bu sadece bir çeşit Internet tarayıcısı olduğunu tahmin ettikleri bir isimden ibarettir büyük ihtimalle.

İşin benim için ilginç yanıysa, Netscape Navigator’ın, benim Internet sektörüne girmeme sebep olan ürün olması. 1996 yılında iş başvurusu yaptığım Superonline’daki ilk iş görüşmemde bu ürünün satış sorumluluğu ile ilgili bir pozisyondu söz konusu olan (evet, o dönemde Internet tarayıcılarının satılabilen bir ürün olduğu düşünülüyordu, ve milyonlarca kopyası da satılmıştı Netscape tarafından :-)) Yanlış hatırlamıyorsam, Navigator yazılımının yer aldığı bir kutunun 50 USD gibi bir paraya satılması düşünülüyordu. Neyse ki son anda bunun yerine farklı bir pozisyonda işe başlamıştım 🙂

Zaten çok kısa süre içerisinde, bu ürün Superonline Internet Paketi’nin içinde bundle olarak ücretsiz olarak müşterilere sunulmaya başlanmıştı. O günlerde ABD için bile çok yeni olan iş modellerinde, çok kısa süreler içerisinde, çok büyük değişiklikler olabilmekteydi.

Kısa bir süre sonra ise, Microsoft’un Internet Explorer’ı ücretsiz olarak sunmaya başlaması ile, Netscape gittikçe pazar kaybetmeye başladı. Aşağıda Navigator’ın pazar payındaki yıllara göre gerçekleşen değişim yer almakta:


Microsoft’un yoğun rekabetini gören ve buna uzun vadede dayanamayacağını anlayan Netscape, nihayet 1999 yılında şirketi 10 milyar USD gibi çılgın bir fiyata AOL’ye sattı. Microsoft, ücretsiz dağıtım politikası ile, kısa sürede dominant pazar lideri haline geldi. Hatta Windows işletim sistemi içinde dağıtılan bu ürünün, haksız rekabete yol açtığı yolunda da hem ABD’de, hem de Avrupa’da bir çok dava gündeme geldi. Aşağıda da, Internet Explorer’ın yıllara göre değişen pazar payı grafiği yer almakta:

2000 yılı civarına gelindiğinde, %80’i aşan pazar payı ile artık Internet kullanıcılarının ilk tercihi Internet Explorer’dı. Hatta öyle bir durum oluşmuştu ki, artık web geliştiriciler, “bu web sitesi en iyi Internet Explorer X.X versiyonu ile görüntülenebilir” gibi ifadeleri sitelerine yerleştirmekten de çekinmiyorlardı ve bu garip de karşılanmıyordu. Pazardaki baskın durumu, Microsoft’un 2001 yılından itibaren, Internet Exploler’la ilgili ciddi hemen hiç bir geliştirme gerçekleştirmemesi ile sonuçlandı dersem sanırım yanlış olmaz. İşte tam bu sıralarda, Netscape Navigator ile aynı yazılım tabanını kullanan Mozilla (veya daha sonra Firefox) hızlı bir şekilde pazarda yerini almaya başladı. Açık kaynak kodlu Firefox, Microsoft’un yumuşak karnından faydalanarak, hızlı bir gelişim gösterdi. Firefox, adeta Internet Explorer’ın uzun süredir gözardı ettiği “kullanılabilirlik” konularında önemli gelişmelerle, bilinçli Internet kullanıcılarının ilk tercihi olmaya başladı. İşte aşağıda da, Firefox’un yükselen kullanım oranı grafiği görülmekte.

Firefox’un günümüzde ulaştığı %13 civarındaki kullanım oranı size küçük gibi gözükebilir, ama aklınızdan şunu çıkarmayın ki, Firefox’u tercih eden bütün kullanıcıların bilgisayarlarında zaten bir Internet Explorer yer almaktaydı. Nitekim, bu hızlı değişiklik sonucunda Microsoft da, uzun süredir ara verdiği geliştirme çalışmalarına tekrar başlayarak, IE 7’yi 2006 yılından itibaren kullanıcılara sunmaya başladı. IE 7 bir çok açıdan Firefox’un başarılı yeni özelliklerini içine katmış olsa da, hız ve uyumluluk açısından hala önemli eksikleri olan bir web tarayıcısı olarak değerlendirilmekte.

Evet, işte yaklaşık 10 yıllık bir süre içinde web tarayıcısı alanında gerçekleşen gelişmeler böyle oldu. Bakalım bundan sonra neler göreceğiz. Web tarayıcılarının her türlü cihaz içine girdiği günümüzde, bakalım hangi markalar öne çıkmaya başlayacak. Mesela ben şu anda Wii ile Opera’nın özel geliştirdiği bir taraycıyı kullanmaktayım, çok da beğendim.

Bu yazıyı yazarken faydalandığım Wikipedia’da, web tarayıcılarının ilginç hikayeleri yer almakta, okumanızı tavsiye ederim:

Netscape Navigator’un hikayesi
IE’nin hikayesi
Firefox’un hikayesi
Opera’nın hikayesi

NYT’da Netscape Navigator ile ilgili yayınlanan haber.

Reklam Mecralarının Vosvos’u: Internet


Hitler zamanında Alman otomotiv şirketlerinden 1000 Mark’ın altında fiyatla satılabilecek bir otomobil tasarlamalarını istediğinde, pek çoğu bunun mümkün olamayacağını düşünmüştü. Hitler’in verdiği gereksinimler basitti, 990 Mark’a satılabilmeli, 2 yetişkin ve 3 çocuğu 100 Km/s hıza ulaştırarak taşıyabilecek güce sahip olmalıydı. 990 Mark, o zaman küçük bir motosikletin fiyatına eşitti. Hitler’in hayali, her Alman ailesinin bir otomobile sahip olmasıydı. İşte bu hayal, belki de şu anda otomobil dünyasında Alman üreticilerinin geldiği prestijli noktanın en önemli sebebiydi.

Ferdinand Porsche, bu konuda iddialıydı. Zaten Hitler’in bu konudaki talebi gelmeden önce de, düşük maliyetli bir otomobil için fikirleri vardı. Ama, Hitler’in desteği ile, Ferdinand Porsche’un fikirleri gerçeğe dönüşecekti. Yaptığı tasarım, otomobilin maliyetini düşüren pek çok özelliği bir araya getirmekteydi. Hava soğutmalı (radyatörden tasarruf için), arkada, tekerleklere yakın bir motor (şaft ve benzeri mekanik parça maliyetlerini önlemek için) ve amortisör içermeyen çok basit bir süspansiyon sistemi. Sonuçta, 30’lu yıllardan bu yana, milyonlarca adette üretilen bir efsane doğmuştu: Volkswagen Kaplumbağa, veya, Vosvos.

Küçük Büyük Reklamcılık: Internet Reklamcılığı
Internet ve Web’in ilk yıllarında marjinal bir reklam mecrası olarak kabul edilen bu alan, günümüzde her ölçekte kurumun, hemen hemen her ölçek ve amaçta reklam kampanyası düzenleyebileceği bir özelliğe ve hacme ulaştı.

Ancak bu yeni dönemdeki en önemli gelişme, her zaman reklam bütçesi olan ve mecra seçmekte zorlanmayan büyük şirketlerden ziyade, küçük ve orta ölçekli şirketlere daha önce hayal edemeyecekleri bir tanıtım imkanı sunması oldu.

Küçük Özellik: Her bütçeye göre reklam
Düşünün, Antalya’daki bir pansiyonun, yurtdışındaki potansiyel müşterilerine ulaşması geçmişte mümkün müydü? En basit şekilde düşünürsek, hangi ülkede, hangi dergiye reklam verecektiniz? Hangi vizyonla, hangi bütçeyle bu reklamı verecektiniz? Tek şansınız, sizi rastlantı eseri keşfeden turistlerin, kulaktan kulağa sizi tanıtmasıydı. Ama şimdi düşündüğünüzde, aynı pansiyonun, arama motorlarında, sadece Antalya bölgesinde konaklama arayanlara reklamını göstermesi, hem de istediği bütçe, istediği dille ve ülkede bu reklamı gerçekleştirmesi mümkün. Herhangi normal zeka seviyesine sahip bir insanın, bunu yapmasını engelleyecek hiçbir şey yok! Kısacası, Antalya’lı bu küçük pansiyon, yakınındaki uluslararası otel zinciriyle bile rekabet etme imkanına sahip olmakta. Bu örneği her alanda ve sektörde çoğaltmak mümkün.

Büyük özellikler: Ölçülebilirlik ve ölçeklenebilirlik
Internet reklamlarının, özellikle arama motoru reklamlarının en güzel yanlarından biri de, farklı kampanya senaryolarını, küçük bütçelerle deneyerek, içlerinden en başarılı olanlarını büyütme şansını size vermeleri. Günlük bütçesi 10 YTL olan bir kampanyayı, milyon YTL’lik bir kampanyaya dönüştürmek için yapmanız gereken tek şey, web arayüzünden bütçe değerinizi arttırmak. Üstelik bunun sonucundaki geri dönüş oranından da emin olmanın rahatlığı ile bunu gerçekleştirebilirsiniz. Geleneksel mecralarda, böyle bir test çalışmasını yapmanın ve ölçeklendirmenin, zaman ve para maliyetini bununla karşılaştırmak mümkün olmayacaktır sanırım.

Evet, Internet reklamları, mevcut bütçenizle, sizi hedefinize hızla ulaştırmakta; bu Vosvos değil de nedir sizce :-)?

Not: Bu yazı Mediathink dergisinin son sayısında yayınlanmıştır.

CPM ve Banner, CPC ve Anahtar Kelimeye Karşı!

Internet reklamcılığı uzun yıllar boyunca “banner” reklamlarının “CPM” bazlı satışı ile işledi*. Bu sistemde, reklamlar genellikle web sitelerindeki belirli boyutlardaki grafik reklam alanlarının, CPM bazında satışı ile pazarlanmaktaydı. Bu alanlarda kullanılan görseller ise, genellikle “banner” olarak adlandırılmaktaydı. CPM (cost per mille), reklamın 1000 defa yayınlanmasının maliyetiydi, “banner” ise en sık kullanılan boyutu ile 468 X 60 boyutundaki grafik reklama verilen isimdi.

2000 çöküşü CPC’nin ortaya çıkışı!
Ancak 2000 yılında Internet dünyasındaki beklenmedik global çöküş, o güne kadar çok iyimser ve yüksek beklentiye sahip bu mecra ve sektörün, birden bire inanılmaz oranda küçülmesine sebep oldu. Bu dönem, hem Internet reklam mecralarının, hem de reklamverenlerin bir çoğunun ortadan kaybolduğu bir dönem olmuştu. Geride kalan reklamveren adayları ise, yapacakları pazarlama harcamaları konusunda artık çok daha ihtiyatlıydılar. O güne kadar pek de sorgulanmayan CPM ve banner reklamcılığı, zor bir dönem yaşamaktaydı.

CPC: Performansa dayalı reklamcılık
İşte tam bu yılda, henüz daha 2 yıllık bilinen mazisi olan Google, reklamverenlere Adwords reklam sistemini sunmaya başladı. Adwords’ün getirdiği en büyük yenilik, reklam satışının, performansa dayalı bir yöntemle gerçekleştiriliyor olmasıydı. Yani, reklamverenler, sadece reklamlarına tıklandığı ve sitelerine bu yolla ziyaretçiler geldiği taktirde ücret ödeyeceklerdi. Bu yöntem, o güne kadar neredeyse sadece CPM bazında, yani reklamın görüntülenme sayısına göre satış gerçekleştiren mecralara göre çok önemli bir değişiklikti. Adwords’ün getirdiği ikinci büyük yenilik ise, reklam bütçesi için bir alt limit zorunluluğu olmamasıydı. Bu ikinci özellik de, her ölçekte reklamverenin bu mecraya girişini kolaylaştırması ile, önemli bir bariyeri indirmişti.

Sihirli anda gerçekleşen reklamcılık : Arama Motoru Reklamcılığı
Google’ın gerçekleştirdiği Adwords sistemi, bu arama motorunu her gün kullanan milyonlarca kişinin ihtiyaçlarını, reklamverenlerin sunduğu değerle eşleştirmekteydi. Kullanıcılara görüntülenen reklamlar, kullanıcıların arama yaptıkları kelimelere göre belirlenmekteydi. Hatta bir çok arama motoru kullanıcısı bu reklamların, reklam olduğunun bile pek fazla farkında değildi, çünkü reklamlar tam da ihtiyaçları olduğu anda karşılarına gelmekte ve ihtiyaçlarını karşılamaktaydı. İşte müşterinin ihtiyacının belirdiği bu sihirli anda sunulan reklamlar da artık bildiğimiz reklamdan çok daha farklı nitelikteydi. Anahtar kelimelerse, bu sistemde baş roldeydi.

Banner ve CPM ölmedi!
Yukarıda anlatılanlar, bazılarına banner ve CPM reklamcılığının sonunun geldiğini düşündürebilir. Ancak, aslında durum pek de öyle değil. Evet, banner ve CPM belki kendine eskisi kadar güvenemiyor ve başrolü paylaşmak zorunda kalıyorlar, ama Internet reklamcılığının geldiği noktada her iki sistem de önemli ve birbirinden farklı roller üstlenmiş durumdalar.

Branding için banner, satış için CPC/anahtar kelime!
Arama motorlarında, anahtar kelimelere dayalı yapılan metin bazlı reklamcılık, özellikle çevrimiçi satış gerçekleştiren kurumlar için ölçülebilir sonuçlar sunan ve bu sebeple çok fazla tercih edilen bir uygulama oldu. Ancak, bu modelin de önemli bir eksiği var: bu modelde reklamlar kullanıcıya sadece ilgili konuda bir arama yaptıklarında görüntüleniyor, yani ihtiyaç durumunda. Bu durum, yeni bir ihtiyaç yaratmayı amaçlayan, direkt satış bazlı olmayan, görsel zenginlik gerektiren ve genel bilinirlik amaçlayan kampanyaların bu yöntemle yayınına pek imkan tanımıyor. Örnek olarak, televizyon ve radyoda önemli bir branding kampanyasını yoğun şekilde gerçekleştiren ve en kısa sürede, Internet’te en yüksek erişimiamaçlayan reklamverenler için banner ve diğer görsel reklamcılık yöntemleri hala değerini korumakta.

Ölçülebiliyorum, öyleyse varım!
Aslında Internet reklamcılığında önümüzdeki dönemde belirleyici konu, format ve satış modellerinin yanında, ölçülebilirlik alanında kimin daha fazla imkan sunduğu ile ilgili olacak. Google’ın Adwords sistemi, tıklama başı ücretlendirme ve gelişmiş kelime bazlı görüntüleme özelliklerinin yanında, reklam yatırımı yapan kurumun, yatırımının geri dönüşünü çok iyi şekilde ölçüp, geliştirebilmesine olanak tanımakta. Buna karşılık banner reklamlarını sunan mecralar ise, ölçülebilirlik konusunda sınırlı olanakları müşterilerine sunmaktalar. Her türlü reklam yatırımının dönüşünün çok daha dikkatle izlendiği günümüzde, banner ve CPM modelini kullanan mecraların, reklamverenlere daha esnek satış modelleri ve ölçülebilirlik sunmadaki başarıları, şartlar eşit olduğunda tercih edilmelerini sağlayacak anahtar etkenlerden olacak.

*Açıklamalar:
CPM: Cost Per Mille, Bin Yayın Maliyeti.
CPC: Cost Per Click, Tıklama Başı Maliyet.
Banner: Grafik bant reklam, standart banner ölçüsü 468X60 pikseldir, ancak farklı boyutlardaki görsel uygulamalar da genel olarak “banner” olarak tanımlanmaktadır. Bu metinde banner terimi, Internet’te şu anda kullanılan ve geleneksel anlamdaki banner’ın çok daha ilerisinde imkanlar sunan grafik/görsel tabanlı reklamcılığı genel olarak tanımlamak amacı ile kullanılmıştır. Banner ve CPM terimlerinin Türkçe’de yaygın karşılıklarının olmamasından dolayı, bu yazıda yazar sektörün dilinde yaygın olarak kullanılan İngilizce asıllı bu terimleri kullanmıştır. Aslında CPC modeli, banner reklamcılığına uygulanabilir (ve hatta sınırlı da olsa uygulanır) olsa da, Internet’teki görsel reklamcılık hala CPM satış modelini yoğun şekilde kullanmayı tercih ettiği için, bu yazıda banner ve CPM modelleri birlikte anılmaktadır.

Not: Bu yazı daha önce Mediathink dergisinde yayınlanmıştır.

iPhone için kapıda kamp kuranlar…

Evet, sonunda oldu. Bir çok Apple ve iPod hayranının çıkmasını dört gözle beklediği iPhone geçtiğimiz gün piyasaya sunuldu. Bu arada tabii ki bu tip cihazların her lansmanında olduğu gibi mağaza kapılarında, günler öncesinden kamp kuranlar oldu, çünkü bu cihaza ilk sahip olmak, daha doğrusu mağazada tükenmeden sahip olmak isteyenler işlerini garantiye almak istemişlerdi.

Bu arada Gizmodo’da bir haber dikkatimi çekti (buradan bakın), bu yüksek talebe rağmen ve mağaza önlerindeki kuyruklar yok olduktan sonra da, mağaza stokları tükenmemişti. İşte ben buna gerçek başarı derim. Çünkü Steve Jobs bu sefer sadece pazarlama konusunda değil, lojistik konusunda da başarılı bir uygulama gerçekleştirerek, mağazalarına yeterli sayıda ürünü sevk ettikten sonra lansmanı gerçekleştirmişti.

Apple’ı ve Steve beyi burada tebrik etmek lazım.

Peki acaba bu ürünler için kapılarda kamp kuran arkadaşlar ne hissetmişlerdir, merak ediyorum 🙂

Çocuklara yönelik reklamlar


Geçtiğimiz gün “Biri Bana Anlatsın” programının bir tekrar bölümünü izlerken, reklamlarda çocuk kullanımının etik olarak ne derecede kabul edilebilir olduğu tartışıldı ve program konuğu olan bu endüstrinin ileri gelenleri tarafından, bunun genel olarak kabul edilebilir bir uygulama olduğu fikrine ulaşıldı. Bu programı izlerken, benim de uzun süredir yazı yazmak istediğim bir konu geldi aklıma. Bu konu, çocuklara yönelik reklamlarla ilgili.

İnsanın bir çocuğu olduktan sonra, sanırım her şeyi daha farklı şekilde algılıyor, ama, bu düşünce aklıma geldikten sonra, bu kadar süre neden bu konu beni hiç rahatsız etmedi acaba diye de kendime sordum. Beni rahatsız eden durum şu: TV kanallarında çocuklara yönelik programların yapıldığı kuşaklar, sadece çocuklara yönelik hazırlanmış reklamlarla dolu; bu reklamların içeriğine baktığınızda, Barbie, Sindy, Actionman benzeri oyuncaklardan, Danino ve benzeri çocuklara yönelik yiyecek maddelerine ve fast-food gıda reklamlarına kadar değişik ürünler yer almakta. İlk bakışta ne var bunda diye düşünebileceğiniz bu durum, inanılmaz bir tehlikeyi içinde barındırmakta. Çünkü bu reklamların çoğu, 10 yaşının altında, doğru ile yanlışı ayırt etme yetisi yeterince gelişmemiş çocuklara yönelik. Bu reklamlar, çocuklarımızı oyalansın diye önüne bıraktığımız ekranda süreki şekilde dönmekte ve bu çocukların beyinlerine işlenmekteler.

Araştırma sonuçları ne diyor?
Bu konuda acaba araştırma yapılmış mıdır diye aklıma geldi, hemen Internet’te bir arama yaptım. Sonuçta da, APA’nın (American Pyschological Association) yaptığı bir araştırmaya ulaştım. Araştırma, ilk anda akla gelebilecek şüpheleri doğrular nitelikte. Araştırmacılar, küçük çocukların, yetişkinlerden farklı olarak, reklamlarda verilen mesajların, aslında bir ürünün satışını arttırmak amacıyla yapılmış olduğunu algılayamadıklarını ve verilen mesajları gerçek olarak algıladıklarını tespit etmişler. İlgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Araştırmacılar, bu gibi reklamlar sonucunda, çocukların beslenme alışkanlıklarının, reklamı yapılan ürünler lehinde değiştiğini ve ABD’deki obezitenin önemli kaynaklarından birinin de, çocukların bu şekilde değişen beslenme tercihlerinden kaynaklandığı yorumunu da yapmışlar.

Araştırmada daha farklı detaylar da var, ancak, bu araştırmayı yapanların ulaştığı sonuç şu: 8 yaşının altındaki çocuklara yönelik reklamlar ya yasaklanmalı, ya da çok sıkı denetim altına alınmalı.

Yasal düzenleme zorunlu!
Bir pazarlamacı olarak, reklamın gücünün, özellikle de TV reklamının gücünün farkında bir insanım. Bu reklamların, çocuklar üzerindeki etkisi ise, bizim üzerimizdeki etkilerimizden çok farklı. Siz kendinizi düşünün, karar verme yetisine sahip bir insan olmanıza rağmen, bazı reklamların büyüsüne kapılıp, gerçekçi olmayan satınalma kararları vermiyor musunuz? Bir de çocuklarınızın bu reklamların sonucunda ne derecede etki altında kalabileceklerini düşünün.

Bence bu konuda aşağıdaki düzenlemeler yapılmalı:

– Belli bir yaşın altındaki çocuklara yönelik reklamlar tamamen yasaklanmalı.
– Küçük çocuklara yönelik yayın kuşaklarında, reklam yayını tamamen yasaklanmalı (sponsorluk dahil).
– Küçük çocuklara yönelik ürünlerin reklamlarının yayını, bu ürünlerin büyüklere yönelik pazarlaması amaçlanıyor olsa bile sıkı kontrole tabi olmalı.
– Çocukların TV izleme ihtimalinin yüksek olduğu yayın dönemlerindeki reklamların
yayını sıkı kontrole tabi olmalı.

Yasaklayan ülkeler var.
Bazı ülkeler, bu konuda adım atmış durumdalar, örnek olarak Norveç ve İsveç, 12 yaşının altındaki çocuklara yönelik reklamları ve çocuk program kuşaklarındaki reklamları yasaklamış durumdalar. Ayrıca, Danimarka, Finlandiya, Norveç ve İsveç, çocuklara yönelik programlarda sponsorluk kullanılmasını yasaklamış durumdalar.

Benim araştırma souçlarıma göre, ABD’de bu konu net bir düzenleme yok, AB’de ise düzenlemeler yapılması gündeme gelmiş durumda.

Bu konu bence çok da tartışılacak bir konu değil, zararlar çok açık, fazla araştırma yapıp bilimsel kanıt bulmaya da gerek yok. Eğer çocuklarımızın sağlıklı gelişimini istiyorsak, mutlaka en kısa sürede bu konuda yasal düzenleme yapmalı ve kontrol mekanizması kurmalıyız.

İlgili bağlantılar:
TELEVISION ADVERTISING LEADS TO UNHEALTHY HABITS IN CHILDREN
European Union To Consider Ban On TV Commercials Targeting Kids
EU Considers Banning Junk Food Ads
Junk food ads aggravate EU child obesity problem
No more Mars bar ads for children

Yapay zekalı müşteri temsilcisi!


Bugün size benim de pazarlama danışmanlığını yaptığım yenilikçi bir üründen bahsetmek istiyorum. Bu yeni ürünün adı Botego. Botego, karşınızda canlı bir operatör varmış gibi yazışıp bilgi ve destek alabildiğiniz, ya da çeşitli eğlence servislerinden faydalanabildiğiniz bir servisin adı. İnsansı diyaloglara olanak sağlayan bot’lar yeni bir fikir değil. Ancak Botego, bu teknolojinin müşteri ilişkileri yönetimi (CRM) ve eğlence servislerine adapte edilmiş bir uygulaması, ve bu açıdan en azından Türkiye’de henüz benzeri yok.

Yapay zeka hizmetinizde!
Botego’nun aslında en önemli özelliği yapay zekaya sahip olması. Yani, Botego, zaman içerisinde hatalarını düzeltebiliyor ve bilmediklerini öğreniyor. İnsanlarla olan iletişimi sayesinde de, her gün genişleyen bilgi birikimi, sorulan sorulara gittikçe daha doğru cevap verip, çözüm sunabilmesini sağlıyor. Ayrıca, Botego, sadece tek tek soruları cevaplamakla da kalmıyor. Belli bir senaryo içerisinde, sizin daha önceki soru ve ifadelerinizden, hangi konuda konuşulduğunu anlayıp, bu konudaki cevaplara ve prosedürlere de otomatik olarak yönlenmekte.

Bu özellikleriyle Botego, pek çok uygulamada canlı destek ve hizmet elemanlarının yerini alabilecek özelliklerde. En azından, bir çok kurumun çağrı merkezine ulaşan, ve çözümü çok basit olan soru ve sorunların çözümlenmesinde, büyük rol oynayabileceği kesin.

Botego, ileri sürümlerde, yazışmakta olduğunuz operatörün ruh halini bile belirleyebilmenize olanak tanıyacak. Yani, destek aldığınız sanal operatörün dilini “ciddi”den “samimi”ye kadar değişen bir skala üzerinde istediğiniz noktaya ayarlayabileceksiniz.

Botego uygulaması, webde, MSN gibi mesajlaşma yazılımlarında veya mobil cihazlarda kullanılabilmekte.

Botego’yla tanışmak ve kısa bir sohbet için www.botego.com adresini ziyaret edebilirsiniz 🙂