Murdoch ve Microsoft Google’a karşı (ya da reklamcılıkta kaçınılmaz değişim)

Bugünkü haberlerde Microsoft’un Murdoch’la yapacağı muhtemel işbirliğinden bahsedilmekte (bkz. For Search, Murdoch Looks to a Deal With Microsoft). Çoğunuzun bildiği gibi, Rupert Murdoch dünyanın ikinci en büyük haber ve medya topluluğunun (News Corporation) büyük ortağı. Haberde bahsedilen; Microsoft’un, News Corporation’un web sitelerine Google’ın erişimini engellemesi için para vereceği yönünde. Yani, News Corp.’un sitelerini sadece Bing indeksleyebilecek ve dolayısıyla sadece Bing’de arama yaparsanız bu site içeriklerine ulaşabileceksiniz.

Murdoch zaten uzun süredir, basılı mecralarındaki reklam gelirlerinin düşüşünü nasıl telafi edebileceği yönünde fikirler geliştirmekte. Sanırım bir kaç sene önce de Google’ın reklam gelirinden pay almaları gerektiğini iddia etmişti. Kendisi açısından mantıklı gibi gözükse de, Internet’in işleyişi açısından pek mantıklı gözükmeyen bir talep 😐

Kim nereden para kazanmalı?
Elbette hem içeriği oluşturan, hem de bu içeriğe erişilmesini sağlayanlar bu işten kazanç sağlamalı. Ancak, bu kazancın nasıl sağlanacağı sorusuna cevap vermek daha zor.

Kim ne katma değer üretiyor?
Yaratılan değer açısından baktığınızda, Murdoch’un Internet’teki içeriğinin çok değeri yok. Yani erişilemeyen içeriğin değeri olamayacağı için, çok muhteşem bir içeriğe sahip olsanız da, bu içeriğe insanların nasıl erişeceğini düşünmeniz lazım. İnsanlar webdeki içeriğe bir kaç farklı yoldan ulaşabiliyorlar. Öncelikle direkt erişimi düşünelim, yani web tarayıcınıza direkt olarak web sitesinin adresini yazarak gerçekleştirilen erişim. Bu tip ziyaretçilerinizin olması için, daha önceden web sitenizi tanıtmış, veya web sitesinin ana markasını (Gazete markalarında olduğu gibi) belli bir bilinirliğe ulaştırmış olmanız gerekiyor. Bizdeki milliyet.com.tr v.b. gibi. Zaten bu gibi sitelerin kullanıcılarının büyük bir bölümü, direkt erişimle siteye ulaşmakta, bu da o markanın uzun yıllardan beri yarattığı bilinirlikle ilgili bir şey. Eğer sitenizin yeterli direkt erişim gerçekleştiren kullanıcısı varsa, o zaman ciddi bir avantaja sahipsiniz demektir, çünkü kendi trafiğinizi, kendiniz üretebiliyorsunuzdur. Ancak, bu durumda zaten Google v.b. ile işiniz olmayacaktır ve web sitenize erişenler ve/veya sitenize reklam verecekler üzerinden para kazanmanın bir yolunu bulmanız gereklidir.

Sitenize direkt erişim gerçekleştiren kişiler dışındaki trafik, iki ana şekilde olabilir. Ya insanlar diğer sitelerdeki bağlantılar vasıtasıyla gelebilirler, ya da Google gibi arama motorlarındaki sonuçlar vasıtasıyla. Diğer sitelerden verilen bağlantılar, webin çalışma mantığını oluşturmaktadır ki, web sitenizin organik başarısı için en gerekli trafik kaynağını oluştururlar. Diğer sitelerden verilen bağlantıların çokluğu ve kalitesi, sizin içeriğinizin hem başarısını gösterecektir, hem de değerine değer katacaktır. Çoğu durumda da, size bağlantı verenlerin bu işten fazla bir maddi kazancı olmayacaktır. Dolayısıyla, buradan kazanç sağlamaya çalışmanın pek anlamı olmayacaktır.

Arama motorlarındaki sonuçlar vasıtasıyla sitenize erişenler, aslında size başka şekilde erişemeyecek bir trafiği içermektedir. Bu şekilde sitenize erişenler, sizin markanızı Google’da arayarak erişebilecekleri gibi, herhangi bir içerik temasına ait kelimeleri kullanarak da sitenize erişebilirler. Direkt olarak markanızla arama yaparak erişseler bile, bu ziyaretçiler ya web sitenizin adresini tam olarak bilmiyorlardır, ya da sadece kolaylık olsun diye arama motorunu kullanmaktadırlar. Her iki ihtimalde de, yaratılan bir katma değer vardır ve bu katma değer arama motoru tarafından yaratılmaktadır.

Arama motorları nereden para kazanıyor?
İşe biraz daha mantık getirmek için, arama motorlarının nasıl para kazandığına bakalım. Arama motorları, gerçekleşen aramalar sonucunda kullanıcılarına iki ayrı tipte sonuç gösteriler. Birincisi, organik sonuçlar olarak adlandırılan sonuçlardır, ki arama motorları bu içerikten direkt olarak para kazanmazlar. Diğeri de sponsor sonuçlar olarak adlandırılabilir ki, arama motorlarının asıl gelir kaynağı budur (içerik ağını bu işe dahil etmiyorum). Murdoch’un Google’ın erişimini engellemeye çalıştığı içerik, Google’ın para kazanmadığı organik sonuçlar içinde yer almaktadır ki, bu içeriğin listelenmesinden direkt fayda sağlayanlar, aramayı yapan kullanıcı ve içerik sahibi olanlardır. Google’ın buradaki kazancı dolaylıdır ve aslında Google bu linklere tıklanmasını pek de istemez. Çünkü Google sponsor sonuçları ne kadar “satabilirse” o kadar çok para kazanabilecektir.

Sponsor sonuçlara kimler, neden para ödüyor?
İşte bence en kritik soru bu. Çünkü, Google’a sponsor sonuçlarda yer almak için para verenlerin, bunu neden verdikleri bize endüstrinin durumunu göstermekte. Bu sonuçlarda yer almak için ödenen para, her konuda mal ve servisin satışını arttımak için verilen reklamlara ödenmektedir. Dolayısıyla, burada gerçekleştirilen reklamlar, aslında Murdoch’un mecralarında gerçekleştirilebilecek alternatif reklamların rakibidir.

Peki burada Murdoch hak ettiği bir şeyi mi kaybediyor, yani Google’ın burada haksız bir kazancı mı var? Bunu anlamak için kullanıcının ne aradığını incelememiz gerekmekte. Google’da belli konuda arama yapan insanlar, eğer hedefleri ticari bir mal veya hizmete ulaşmaksa, zaten muhtemelen Murdoch’un içeriğiyle ilgilenmemektedirler. Örneğin, ucuz uçak bileti arayan bir kişi, Murdoch’un haberleri veya eğlence içeriği ile ne kadar ilgilencektir? Cevap: Hiç. Çünkü bu ziyaretçi aslında SunExpress’in veya diğer ucuz bilet satan bir havayolunun web sitesine ulaşmak istemektedir. Dolayısı ile, Google’da ya organik (yani ücretsiz) sonuçlar içinde yer alan bir ilgili bağlantıya tıklayacak, ya da Google’ın sunduğu sponsor bağlantılardan cazip bulduğu birine tıklayacaktır. Bu çevrim içinde, Murdoch’un bir hakkı olduğunu söylemek zor.

Bir de başka bir kullanıcıyı düşünelim, bu kullanıcı da ticari bir ürün aramıyor, ama eğlence veya bilgiye ulaşma amacıyla bir arama gerçekleştiriyor. Mesela, “almanya tren kazası” diye bir arama gerçekleştirdiğinde, bu arama sonucunda kendisine görüntülenen organik sonuçlar, muhtemelen Almanya’da gerçekleşen tren kazalarına ait haberlerle ilgili olacaktır. Peki bu bağlantılara tıklandığında ne oluyor, Google para kazanıyor mu? Cevap: Hayır! Böyle bir haberin ticari değeri olabilir mi? Evet, ama direkt olarak ticari bir mal veya hizmet satışındaki gibi bir değerden bahsetmek de pek mümkün değil. Çünkü buradan kazanç elde edilebilmesi, sunulan haberin niteliğine, haberde yaratılan katma değere ve habere ulaşan kişinin bu nitelikte bir habere para verip vermeyeceğiyle ilgilidir. “Çıplak” haberin neredeyse harc-ı alem bir ürün olduğu ve binlerce farklı kanal (kimi ticari, kimi değil) tarafından ücretsiz sağlandığı günümüzde, direkt olarak içeriğe ulaşan kişiden para kazanmak pek mümkün gözükmemekte. Ancak, film, müzik, oyun gibi katma değerin yüksek olduğu ürünlerde kullanıcılar para ödemeye razı olabilmekte.

Peki geriye ne kalıyor, Murdoch nereden para kazanabilir? Tabii ki mecralarında yaratacağı reklam alanlarının satışından. Google’ın burada rolü ne? Murdoch’un mevcut içeriğine daha fazla kişinin ulaşmasını sağlamak, yani bedavadan Murdoch’un reklamını yapmak. Bence Murdoch ya delirmiş, ya da yaşı Internet dünyasını anlamaya yaşı müsait değil 🙂

Reklamcılık artık daha zor!
Evet, artık reklam sektörünün çok köklü şekilde değiştiği gün gibi ortada. TV, radyo ve basılı yayınlar gibi geleneksel mecralar, artık toplumun büyük bir çoğunluğuna ulaşmakta zorluk çekiyorlar. Onlarca ulusal TV kanalı, yüzlerce radyo, binlerce dergi var ve her biri de reklam geliri peşinde. Ama reklam verenlere sağladıkları değer açısından baktığınızda, bu mecralar gittikçe değer kaybediyorlar, çünkü insanların dikkatini çeken farklı mecralar da işin içine girdi, yeni nesil artık vaktinin çoğunu YouTube, Facebook, sosyal mecralar ve video oyunları ile geçiriyor, dikkatleri bu noktalarda. Dolayısıyla, reklam veren açısından çok farklı ve verimli alternatifler var.

Üstelik, yükselen tüketici bilinci sebebiyle, artık her sektörde rekabet çok daha fazla. Bir kaç prestij ürünü dışında, tüketiciler verdikleri paranın tam karşılığını almak istiyor ve marka için prim vermiyorlar. Dolayısıyla, reklam verenlerin karlılığı daha az, reklama ayıracakları para da daha az.

Sadece bir TV kanalına verilen reklamla marka yaratmak, yaratılsa bile bu markanın başarısının sürekliliğini sağlamak eski günlerde kaldı. Ne reklam veren, ne de tüketici yapısı artık buna imkan veriyor. Bu değişim süreci henüz tamamlanmadı, belki de hiç tamamlanmayacak, ancak zaman içinde hangi noktaya geldiğimizi göreceğiz.

Bir elinde toz, bir elinde ayna, umurunda mı dünya?


Geçtiğimiz günlerde, küresel ısınmanın etkilerinin iyice ortaya çıkması ile paniğe kapılan ülke yöneticilerine, ABD’li bilim adamalarından da iki muhteşem öneri geldi: Küresel ısınmanın etkilerini atmosfere toz serperek ve uzaya ayna yerleştirerek önleyelim!

Hollywood sunar!
ABD’li bilim adamlarının çalışmalarına saygı duymama, ve bu önerilerin bir şekilde faydası olma ihtimalini yadsımamama rağmen, bu haberi duyduktan sonra, aslına ABD yönetimi ve kamuoyunun hala ne kadar aymazlık içerisinde olduğunu daha iyi anladım. Küresel ısınmanın temel rolünün insanların dünyamızı kirletmesi olduğu artık bilimsel olarak ıspatlanmışken, hala çözümü bir takım sinema filmi tarzı yöntemlerde aramak, tam da ABD’lilere yakışan bir tutum bence. Dünyadaki hemen hemen her ülke Kyoto Protokolü‘ne imza atarak bu konuda adımlar atarken, sadece ABD ve Avustralya’nın imza atmalarına rağmen, (çeşitli sebepler öne sürerek) bu konudaki gereklilikleri yerine getirmeyi reddettikleri görülmekte (Kyoto Protokolü’nün durum haritası için tıklayın). Kendilerine göre haklı sebepleri olsa bile, bu protokolün gereklerini yerine getirmeyerek, global karbondioksit salımında en büyük paya sahip olan bu iki ülke, dünya çapında bir çözüme ulaşılmasını engelleyen iki ülke olarak göz önünde durmaktalar.

Kısa vadeli çıkarlar, uzun vadeli çıkarlara karşı!
ABD ve Avustralya’nın temel tezi, Kyoto Protokolü sonucunda elde edilecek faydanın, kendi ekonomilerine vurulacak darbenin zararlarını karşılamaması. Ancak, görülen o ki, bu ülkelerin bahsedilen çıkarları koruma yaklaşımı, daha çok petrol şirketlerinin çıkarlarını korumak şeklinde tezahür etmekte. Bunun en güzel kanıtı, üyelerinin petrol şirketi Exxon’a yakınlığı ile bilinen “National Oceanic and Atmospheric Administration”un, insan aktivitesinin küresel ısınmaya ve sonucunda da daha güçlü kasırgalara sebep olduğunun tesbit edildiği bilimsel raporun yayınlanmasını engellemesi (Bunu bildirenin de uyduruk bir yer değil, saygın bilim dergisi Science olduğunu söylemekte fayda var sanırım). Böyle bir raporun ABD’de yayınlanması, belki çok fazla şeyi değiştirmeyecekti ama, kasırgalardan bıkmış ABD kamuoyunun biraz da olsa bu konuda dikkatinin çekileceği açık sanırım. İşte petrol şirketleri, bu ufak ihtimali bile gözardı etmeyerek, raporun yayınlanmasını engellemiş durumdalar.

Ben bu konularda uzman değilim, hatta belki yanlış veya eksik bilgi/görüşlere de sahibim. Ama kendince gelişmeleri takip eden bir dünyalı olarak, dünyanın bu konuda iyiye değil, kötü yöne doğru gittiğini görüyorum. Bunun nedeninin de, sadece kendisini dünyanın en gelişmiş ülkeleri olarak gören bir kaç ülkenin, kendi vatandaşlarının (sözde) çıkarlarını korumak amacıyla çözüm yollarını bloke etmesi olduğunu bilmek beni çok rahatsız ediyor.

Global ısınmanın sebebinin insan kaynaklı aktiviteler olduğu, onyıllardan beri bilimadamları tarafından ifade edilmekte. Sağduyuya sahip normal insanların zaten bu konuda çok da araştırma sonuçlarına ihtiyacı olduğunu zannetmiyorum.

Aklımızı başımıza almamız gerekmekte!
Tüm insanlığın, ama en çok da (sözde) gelişmiş ülkelerdeki insanların, poltikacı ve vatandaş olarak aklını başına alma zamanı geldi de, geçiyor. Tüketim çılgınlığı ve bağımlılığından kurtulmak gerekiyor, yavaşca da olsa.

Sizce global ısınmanın sebebi, nesli tükenen balıklar, besin zinciri kırılmak üzere olan okyanuslar mı? Yoksa, güney kutbunda, yaşama alanları tehdit altında olduğu için, soyu tükenme tehlikesi altında olan kutup ayısı mı? Yoksa, her hambugeri yediğimizde bir sürü plastik atık ile çevre kirliliğine katkıda bulunmaya devam eden biz insanlar mı? Ya da hala şehirlerimizde 5000cc ve 2 küsür tonluk araçlarımızla market alışverişine giden bizler mi?

Obeziteden kurtulmak çok kolay, sadece daha az yiyeceksiniz!
Aslında çözüm çok basit, ama aksiyona dönüştirmek çok zor. Aynı fazla yemek yediği için sürekli kilo olan, ama bir türlü sağlıklı beslenme alışkınlıklarına geri dönemeyen bir kişi gibi. Ne diyorsunuz, ABD’nin obezitesi acaba tüm dünyanın damarlarını tıkayarak, hepimizin birden nefessiz kalmasına mı sebep olacak sizce de?

Ben bunun olmasını ve çocuğumun daha kirli bir dünyada yaşamasını istemiyorum.

İlgili bağlantılar
Kyoto Protokolü tam metni
Kyoto Protokolü Wikipedia Sayfası

Pazarlama ve Başka Şeyler Kitabı Çıktı!

Epeydir aklımda olan birşeyi için sonunda vakit bulup gerçekleştirdim. Pazarlama ve Başka Şeyler başlıklı blogumda yer alan yazılardan bir seçmeyi içeren, aynı adlı kitabımı buradan yayınlamaya başlıyorum. Böylece yazılarımı saklamak ve paylaşmak isteyenler, bunu daha kolay gerçekleştirebilecekler sanırım. Gördüğünüz hatalar olursa, iletmenizi rica ederim.

Kitabı indirmek için tıklayın. (PDF, 1034KB)

Reklam Bağlantıları:
Arama Motoru Optimizasyonu
Google Adwords ve Adsense Reklam Yönetimi

Pazarlama Blogları Karnavalı XIX

İşte sıra sonunda bana da geldi! Bakalım geçtiğimiz hafta pazarlama bloglarında neler olmuş? Haydi, şimdi çayınızı/kahvenizi alıp karnavalın tadına varın.

Marketing Post, “IKEA, Kendi Pazarını Yaratmak!” başlıklı yazısında, IKEA’nın müşteriye benzersiz ürünler sunarak ve bunu akıllı iş modeli ile birleştirerek nasıl kendi pazarını yarattığını anlatıyor.

İyi Fikir, geçtiğimiz günlerde vizyona giren yeni James Bond filminde kullanılan sponsor marka görüntüleme tekniklerini analiz ederek özellikle de Virgin Atlantic’in CEO’sunun bu konudaki başarısından bahsediyor, “James Bond ve ürün yerleştirmede Richard Branson farkı” başlıklı yazısında.

Bu arada, Mehmet Doğan ile Selim bey arasındaki nefis blog paslaşması, kendilerinin “Mahir ve Borat’ı Tebrik Ederim” ve “Laz müteahhitlerin yarattığı mimari vahametle internetteki görsel kirlenme arasında hiçbir nitel fark yoktur!” başlıklı yazıları ile devam ediyor. Paslaşmanın ana konusu, Internet’teki bilinçli ve/veya bilinçsiz görsel çirkinlik örneklerinin ne şekilde algılanması gerektiği ile ilgili.

Reklam, sadece satışını arttırmak istediği ürünün direkt tanıtımını mı içermeli, yoksa insanları düşündürerek ve ortak toplumsal konulardan da yola çıkılarak daha başarılı reklamlar ortaya konulabilir mi? Cevabı Aykırı Notlar‘ın “Biz ne zaman ayrı düştük?” başlıklı yazısında.

Çilek Mobilya mağazasının vitrininde, marihuana içen bir adamın ne işi var diyorsanız, Brand Boxİşte o fotoğraflar“da bunu görüntülüyor. Basit bir hata gibi gözükse de, küçük detayların marka kimliğimize verebileceği zararlara karşı uyanık olmamızı hatırlatan bir durum bu aslında.

Eylülce, Almanya ve Kıbrıs seyehat izlenimlerini paylaşmış bizlerle bu hafta: “Ich war In deutschland ve kıbrıs’taydım

Murat Buyurgan‘ın gözünden Cappy’nin doğru dürüst web sitesine sahip olmayan Internet reklamı kaçmamış. Sanırım TV ve benzeri geleneksel mecralara çok alışmış olan büyük reklamverenler bazan Internet mecrası ile ilgili çalışmaları biraz hafife alabiliyorlar.

Türk menşeli “Kahve Dünyası” markalı kahve dükkanlarının, Starbucks gibi dünya devleri ile rekabet için nasıl farklılaştığını merak ediyorsanız, Pazarlama Karması‘nın “Kahve Dünyası” başlıklı yazısını okuyun derim.

Farklı olmak, farklılaşmak, hatta ayrımcılık pazarlama dünyasında işe yarayan taktikler. Peki bu kavramlar neden insanlığın sosyal ve politik anlamda başının derdi olmuşlar yüzlerce yıl boyunca? İsmail hoca Pazarola!‘da “Papa ve Yatak Odası Diyalogları” başlıklı yazısında bu konuyu irdeliyor.

TV’deki sanal reklamlar sizi de rahatsız etmiyor mu? Zeynep Özata, bu işin “Kurtlar Vadisi Irak” filminin gösterimi esnasında nasıl abartıldığına değinmiş bu haftaki bir yazısında.

Nike’ın logosunun grafik tasarımı ile ilgili bir hikaye, Ana Fikir‘in “Dünyanın en tanınan logosunu 35$’a yapar mısın?” başlıklı yazısında.

Fikir Atölyesi‘nde Etkileşimli Pazarlama Zirvesi 2.0’dan önce, site okurları tarafından zirve konuklarına yöneltilmek için sorulan soruların cevapları yayınlanmaya başlandı. Bu ilginç uygulamanın sonuçları Tunç Kılınç‘ın “Cevaplar Gelmeye Başladı” başlıklı yazısında.

Reklam Bağlantıları
Pazarlama Danışmanlığı
Arama Motoru Optimizasyonu
Google Adwords ve Adsense Reklam Yönetimi

The State of European Online Commerce

From eMarketer.com

‘Jolly good’

The UK may not have the largest economy in Europe, but retail e-commerce in the UK has hit its full stride.

“UK online buyers outspend their European and even American counterparts on an annual per capita basis,” says Jeffrey Grau, eMarketer senior analyst and author of the new report, Europe Retail E-Commerce: Spotlight on the UK, Germany and France. “eMarketer projects that the average online spend on all products and services, including travel and event tickets, will be $2,171 in the UK in 2006, compared with $1,831 in the US.”

To read the full article at emarketer.com, click.