Midnight Express gerçeği Alinur Bey tarafından ortaya çıkartıldı!

Dün gece ATV televizyonundaki Papyon programının konuğu Alinur Velidedeoğlu’ydu. Sohbetin bir bölümünde, Alinur beyin Midnight Express’in gerçek yüzünü ortaya çıkartan ropörtajı ile ilgili bir bölüm vardı. Alinur bey, ilgili ropörtajı neden, ne zaman yaptığını v.b. anlattı. Her Türk gibi, o da bu filmin propagandasının, Türkiye ve Türk insanın üzerindeki haksız sonuçlarından rahatsızdı ve ropörtajı yaparak yayınlama ihtiyacını o yüzden hissetmişti.

Bu arada da, sürekli olarak ropörtajı daha çok kişiyle paylaşmak için …’ya eklediğinden bahsediyordu. …’nın ne olduğunu ATV nedense sansürlemek ihtiyacı duymuştu. Tabii ki … tahmin edebileceğiniz gibi YouTube’dü ve ATV’nin program editörü, Alinur Beyin yaptığı bu güzel çalışmanın anlamını kavrayamamış olmalı ki, herkesin bu ropörtajla ilgili daha fazla haberi olmasını sağlayacak bu fırsatı Alinur beye ve Türk halkına vermek istememişlerdi!

Alinur bey, Midnight Express’in Türkiye turizmine vurduğu toplam darbenin 50 milyar USD civarında olduğunu düşünüyor. Buna ben de inanıyorum ve katılıyorum.

İşte ATV’nin gereksiz şekilde sansürlediği YouTube linkleri, siz izleyin ve başkaları ile de paylaşın:
Midnight Express truth revealed by Alinur Part-1
Midnight Express truth revealed by Alinur Part-2

Bir elinde toz, bir elinde ayna, umurunda mı dünya?


Geçtiğimiz günlerde, küresel ısınmanın etkilerinin iyice ortaya çıkması ile paniğe kapılan ülke yöneticilerine, ABD’li bilim adamalarından da iki muhteşem öneri geldi: Küresel ısınmanın etkilerini atmosfere toz serperek ve uzaya ayna yerleştirerek önleyelim!

Hollywood sunar!
ABD’li bilim adamlarının çalışmalarına saygı duymama, ve bu önerilerin bir şekilde faydası olma ihtimalini yadsımamama rağmen, bu haberi duyduktan sonra, aslına ABD yönetimi ve kamuoyunun hala ne kadar aymazlık içerisinde olduğunu daha iyi anladım. Küresel ısınmanın temel rolünün insanların dünyamızı kirletmesi olduğu artık bilimsel olarak ıspatlanmışken, hala çözümü bir takım sinema filmi tarzı yöntemlerde aramak, tam da ABD’lilere yakışan bir tutum bence. Dünyadaki hemen hemen her ülke Kyoto Protokolü‘ne imza atarak bu konuda adımlar atarken, sadece ABD ve Avustralya’nın imza atmalarına rağmen, (çeşitli sebepler öne sürerek) bu konudaki gereklilikleri yerine getirmeyi reddettikleri görülmekte (Kyoto Protokolü’nün durum haritası için tıklayın). Kendilerine göre haklı sebepleri olsa bile, bu protokolün gereklerini yerine getirmeyerek, global karbondioksit salımında en büyük paya sahip olan bu iki ülke, dünya çapında bir çözüme ulaşılmasını engelleyen iki ülke olarak göz önünde durmaktalar.

Kısa vadeli çıkarlar, uzun vadeli çıkarlara karşı!
ABD ve Avustralya’nın temel tezi, Kyoto Protokolü sonucunda elde edilecek faydanın, kendi ekonomilerine vurulacak darbenin zararlarını karşılamaması. Ancak, görülen o ki, bu ülkelerin bahsedilen çıkarları koruma yaklaşımı, daha çok petrol şirketlerinin çıkarlarını korumak şeklinde tezahür etmekte. Bunun en güzel kanıtı, üyelerinin petrol şirketi Exxon’a yakınlığı ile bilinen “National Oceanic and Atmospheric Administration”un, insan aktivitesinin küresel ısınmaya ve sonucunda da daha güçlü kasırgalara sebep olduğunun tesbit edildiği bilimsel raporun yayınlanmasını engellemesi (Bunu bildirenin de uyduruk bir yer değil, saygın bilim dergisi Science olduğunu söylemekte fayda var sanırım). Böyle bir raporun ABD’de yayınlanması, belki çok fazla şeyi değiştirmeyecekti ama, kasırgalardan bıkmış ABD kamuoyunun biraz da olsa bu konuda dikkatinin çekileceği açık sanırım. İşte petrol şirketleri, bu ufak ihtimali bile gözardı etmeyerek, raporun yayınlanmasını engellemiş durumdalar.

Ben bu konularda uzman değilim, hatta belki yanlış veya eksik bilgi/görüşlere de sahibim. Ama kendince gelişmeleri takip eden bir dünyalı olarak, dünyanın bu konuda iyiye değil, kötü yöne doğru gittiğini görüyorum. Bunun nedeninin de, sadece kendisini dünyanın en gelişmiş ülkeleri olarak gören bir kaç ülkenin, kendi vatandaşlarının (sözde) çıkarlarını korumak amacıyla çözüm yollarını bloke etmesi olduğunu bilmek beni çok rahatsız ediyor.

Global ısınmanın sebebinin insan kaynaklı aktiviteler olduğu, onyıllardan beri bilimadamları tarafından ifade edilmekte. Sağduyuya sahip normal insanların zaten bu konuda çok da araştırma sonuçlarına ihtiyacı olduğunu zannetmiyorum.

Aklımızı başımıza almamız gerekmekte!
Tüm insanlığın, ama en çok da (sözde) gelişmiş ülkelerdeki insanların, poltikacı ve vatandaş olarak aklını başına alma zamanı geldi de, geçiyor. Tüketim çılgınlığı ve bağımlılığından kurtulmak gerekiyor, yavaşca da olsa.

Sizce global ısınmanın sebebi, nesli tükenen balıklar, besin zinciri kırılmak üzere olan okyanuslar mı? Yoksa, güney kutbunda, yaşama alanları tehdit altında olduğu için, soyu tükenme tehlikesi altında olan kutup ayısı mı? Yoksa, her hambugeri yediğimizde bir sürü plastik atık ile çevre kirliliğine katkıda bulunmaya devam eden biz insanlar mı? Ya da hala şehirlerimizde 5000cc ve 2 küsür tonluk araçlarımızla market alışverişine giden bizler mi?

Obeziteden kurtulmak çok kolay, sadece daha az yiyeceksiniz!
Aslında çözüm çok basit, ama aksiyona dönüştirmek çok zor. Aynı fazla yemek yediği için sürekli kilo olan, ama bir türlü sağlıklı beslenme alışkınlıklarına geri dönemeyen bir kişi gibi. Ne diyorsunuz, ABD’nin obezitesi acaba tüm dünyanın damarlarını tıkayarak, hepimizin birden nefessiz kalmasına mı sebep olacak sizce de?

Ben bunun olmasını ve çocuğumun daha kirli bir dünyada yaşamasını istemiyorum.

İlgili bağlantılar
Kyoto Protokolü tam metni
Kyoto Protokolü Wikipedia Sayfası

Pazarlama ve Başka Şeyler Kitabı Çıktı!

Epeydir aklımda olan birşeyi için sonunda vakit bulup gerçekleştirdim. Pazarlama ve Başka Şeyler başlıklı blogumda yer alan yazılardan bir seçmeyi içeren, aynı adlı kitabımı buradan yayınlamaya başlıyorum. Böylece yazılarımı saklamak ve paylaşmak isteyenler, bunu daha kolay gerçekleştirebilecekler sanırım. Gördüğünüz hatalar olursa, iletmenizi rica ederim.

Kitabı indirmek için tıklayın. (PDF, 1034KB)

Reklam Bağlantıları:
Arama Motoru Optimizasyonu
Google Adwords ve Adsense Reklam Yönetimi

Pazarlama Blogları Karnavalı XIX

İşte sıra sonunda bana da geldi! Bakalım geçtiğimiz hafta pazarlama bloglarında neler olmuş? Haydi, şimdi çayınızı/kahvenizi alıp karnavalın tadına varın.

Marketing Post, “IKEA, Kendi Pazarını Yaratmak!” başlıklı yazısında, IKEA’nın müşteriye benzersiz ürünler sunarak ve bunu akıllı iş modeli ile birleştirerek nasıl kendi pazarını yarattığını anlatıyor.

İyi Fikir, geçtiğimiz günlerde vizyona giren yeni James Bond filminde kullanılan sponsor marka görüntüleme tekniklerini analiz ederek özellikle de Virgin Atlantic’in CEO’sunun bu konudaki başarısından bahsediyor, “James Bond ve ürün yerleştirmede Richard Branson farkı” başlıklı yazısında.

Bu arada, Mehmet Doğan ile Selim bey arasındaki nefis blog paslaşması, kendilerinin “Mahir ve Borat’ı Tebrik Ederim” ve “Laz müteahhitlerin yarattığı mimari vahametle internetteki görsel kirlenme arasında hiçbir nitel fark yoktur!” başlıklı yazıları ile devam ediyor. Paslaşmanın ana konusu, Internet’teki bilinçli ve/veya bilinçsiz görsel çirkinlik örneklerinin ne şekilde algılanması gerektiği ile ilgili.

Reklam, sadece satışını arttırmak istediği ürünün direkt tanıtımını mı içermeli, yoksa insanları düşündürerek ve ortak toplumsal konulardan da yola çıkılarak daha başarılı reklamlar ortaya konulabilir mi? Cevabı Aykırı Notlar‘ın “Biz ne zaman ayrı düştük?” başlıklı yazısında.

Çilek Mobilya mağazasının vitrininde, marihuana içen bir adamın ne işi var diyorsanız, Brand Boxİşte o fotoğraflar“da bunu görüntülüyor. Basit bir hata gibi gözükse de, küçük detayların marka kimliğimize verebileceği zararlara karşı uyanık olmamızı hatırlatan bir durum bu aslında.

Eylülce, Almanya ve Kıbrıs seyehat izlenimlerini paylaşmış bizlerle bu hafta: “Ich war In deutschland ve kıbrıs’taydım

Murat Buyurgan‘ın gözünden Cappy’nin doğru dürüst web sitesine sahip olmayan Internet reklamı kaçmamış. Sanırım TV ve benzeri geleneksel mecralara çok alışmış olan büyük reklamverenler bazan Internet mecrası ile ilgili çalışmaları biraz hafife alabiliyorlar.

Türk menşeli “Kahve Dünyası” markalı kahve dükkanlarının, Starbucks gibi dünya devleri ile rekabet için nasıl farklılaştığını merak ediyorsanız, Pazarlama Karması‘nın “Kahve Dünyası” başlıklı yazısını okuyun derim.

Farklı olmak, farklılaşmak, hatta ayrımcılık pazarlama dünyasında işe yarayan taktikler. Peki bu kavramlar neden insanlığın sosyal ve politik anlamda başının derdi olmuşlar yüzlerce yıl boyunca? İsmail hoca Pazarola!‘da “Papa ve Yatak Odası Diyalogları” başlıklı yazısında bu konuyu irdeliyor.

TV’deki sanal reklamlar sizi de rahatsız etmiyor mu? Zeynep Özata, bu işin “Kurtlar Vadisi Irak” filminin gösterimi esnasında nasıl abartıldığına değinmiş bu haftaki bir yazısında.

Nike’ın logosunun grafik tasarımı ile ilgili bir hikaye, Ana Fikir‘in “Dünyanın en tanınan logosunu 35$’a yapar mısın?” başlıklı yazısında.

Fikir Atölyesi‘nde Etkileşimli Pazarlama Zirvesi 2.0’dan önce, site okurları tarafından zirve konuklarına yöneltilmek için sorulan soruların cevapları yayınlanmaya başlandı. Bu ilginç uygulamanın sonuçları Tunç Kılınç‘ın “Cevaplar Gelmeye Başladı” başlıklı yazısında.

Reklam Bağlantıları
Pazarlama Danışmanlığı
Arama Motoru Optimizasyonu
Google Adwords ve Adsense Reklam Yönetimi

Markanın Marka Olduğu An

Büyük markalar nasıl büyük marka oldular? Büyük marka olmak ne demek? Marka olmak ne demek?

Ticari marka olmak çok kolay!
En son sorunun cevabıyla başlamak daha kolay sanırım. Marka olmanın iki farklı anlamından bahsedebiliriz. Birincisi, ticari veya hukuki anlamda marka olmak, ki bu marka olmanın en kolay adımıdır denilebilir. Bu kapsamda marka olmak için, kendinize ticari olarak kullanacağınız bir marka seçmeniz ve kullanmaya başlamanız bile yeterlidir. Marka tescilinin resmi olarak yapılması ise, bu marka üzerindeki haklarınızı koruyabilmenizi sağlar. Aslında işin ben bu yönü üzerinde pek durmak istemiyorum.

Müşteri gözünde “marka olmak”!
Marka olmanın ikinci anlamı ise, tüketici gözünde markanızın ifade ettiği değerle alakalı bir durum. Günümüzde bir çok durumda “marka olmak” sözcüğü ile ifade edilmeye çalışılan şey de, o markanın, tüketici gözünde itibarlı bir yere ulaşması olarak tanımlanabilir. Ben tabii ki bir pazarlamacı olarak, bu şekilde marka olmak ile çok daha fazla ilgileniyorum. Peki nedir tüketici gözünde markayı marka yapan şey? Yaptığınız reklam ve tüm tanıtım çalışmaları mı bunda etkendir, yoksa ürettiğiniz ürünün mükemmel kalite seviyesi mi? Bunu anlayabilmek için, markanın ne gibi bir ihtiyaç ile kullanılmaya başlandığına bakmakta fayda var.

Marka kavramının tarihçesine baktığımızda, ticari ve modern anlamda ilk bilinen markaların 19uncu yüzyılda ortaya çıktığını görüyoruz. O dönemdeki sanayi devrimi ile artan üretim, tüketicilerin satın alabileceği çok farklı ürünlerin yerel pazarlarına ulaşmasını sağladı. Ancak üreticiler bir süre sonra, yerel pazarlardaki ürünlerle rekabet etmekte zorlandıklarını gördüler. Ürünleri iyi bile olsa, üreticisinin kim olduğunu bilmediği taktirde, müşteriler yerel üreticilere daha çok güveniyor ve büyük üreticilerin ürünlerini tercih etmiyordu. İşte bu dönemde, büyük üreticilerin ürünlerini daha iyi tanıtma ve satış arttırma çabaları esnasında, ilk markalar pazarda görülmeye başlandı. O dönemdeki ilk markalar, sabun, un ve pirinç gibi temel ihtiyaç maddelerinin üzerinde yer almaktaydılar.

Markanın temel fonksiyonu: Güven
Tarihçesinden de anlaşılacağı üzere, markanın var oluş ve ortaya çıkış sebebi “güven oluşturmak”tı. Bugün de baktığımızda, bir markanın, “marka olmak” yolunda gerçekleştirmesi gereken en önemli aşamanın “güven oluşturmak” olduğunu görüyoruz. Yapacağınız hiçbir tanıtım aktivitesi ve reklam, güven oluşturmayı başaramamış bir markanın, tüketici gözünde bir marka olmasını sağlayamayacaktır. Aksine, tüketici gözünde güven oluşturamamış bir markanın, yapacağı her türlü tanıtım aktivitesi de, aslında çöpe atılmış olacaktır.

Peki güveni nasıl oluşturacaksınız? Öncelikle, tutarlılık ve istikrardan bahsetmek lazım. Yani, bir marka olarak müşteriye sunduğunuzu ifade ettiğiniz değerler ile, müşterinin gerçekten faydalandığı değerlerin örtüşmesi gerekmekte. Ayrıca, bu sunulan değerlerin, zaman içinde mümkün olduğunca az değişikliğe uğraması, yani standardize olması da gerekmekte. Müşterinin, reklam, diğer tanıtım ve ürün paketinde bahsettiğiniz faydaları elde edebilmesi, tüketici gözünde “marka olmanın” ilk adımı. Bunu sağlayamayan markaların, uzun ömürlü olma ihtimalleri çok düşük.

Büyük marka olmak için, reklama ihtiyacınız yok!
Biraz abarttım belki ama, gerçekten de, bir çok markanın “büyük marka” olma tarihçelerine baktığınızda, geleneksel reklam aktivitelerine çok az başvurduklarını görürüz. Günümüze yakın bir örnek verirsek, 90lı yılların ortalarında hizmet vermeye başlayan amazon.com, geleneksel reklam çalışmasına hiç başvurmadan, dünyanın en büyük perakendeci şirketlerinden biri olmuştur. Tüketici gözünde çok prestijli bir noktaya gelmiş olan Mercedes-Benz markasına ne demeli? Mercedes’in yaptığı reklamın, prestiji daha düşük markalardan çok daha az olduğunu, sadece seyrek olarak prestij reklamları ve sponsorluklar aldığını fark etmişsinizdir herhalde? Bu iki markanın da geçmişine baktığımızda, bütün diğer faktörlerin yanında, tüketici güvenini kazanmak için her şeyi yaptıklarını görürüz. Mesela, ben amazon.com’un ilk kurulduğu günlerden beri mağazasından alışveriş yaparım, bu alışverişlerim esnasında yaşadığım ufak tefek problemler olsa bile, amazon.com bu problemleri en hızlı şekilde çözerek, benim için tatlı birer anı olmalarını sağlamıştır. Bilirim ki, amazon.com’dan alışveriş yaptığımda, hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramayacağım.

Kısacası, büyük marka olabilmek için, müşteri güvenini kazanarak işe başlamanız gerekmekte. Bunu başardıktan sonra yapacağınız reklam ve tanıtım aktivitelerinin etkisi, çok çok daha yüksek olacak, ve gerçekten büyük marka olmak yolunda size katkı sağlayacaktır.

Büyük marka olduğunuzu nasıl anlayacaksınız?
Büyük marka olup olmadığınızı anlamanın en kolay yolu, sizin ürününüz ile aynı fiyat seviyesine sahip rakip ürünler arasından, tüketicinin sizi tercih etme oranının ne olduğuna bakmaktır. Tüketici, bu durumda çoğunlukla sizin markanızı tercih ediyorsa, büyük marka olma yolunda önemli bir adım atmışsınız demektir. Bunun bir üst seviyesi ise, tüketicinin, sizin ürününüzü, aynı fonksiyonel özellik ve faydaları sunan başka bir ürün daha ucuz olmasına rağmen daha çok tercih etmesidir. Yani, siz aynı özellikteki ürünü, daha pahalı satmanıza rağmen, tüketici hala sizi daha çok tercih ediyorsa, işte o zaman, büyük marka olma yolunda çok daha önemli bir aşamayı geçmişsiniz demektir. Bu şunu ifade etmektedir: tüketici, sizin ürününüze o kadar fazla güvenmektedir ve farklı değerler algılamaktadır ki, siz daha yüksek bir fiyat talep etseniz bile, sizden vazgeçmeyecektir. İşte burada, çok önemli bir kavramdan da bahsetmekte fayda var, o da “algılanan değer”.

Algılanan değerin önemi
Algılanan değer, sizin ürününüzün fiyatının, malzeme+üretim+paketleme+makul kar formülü ile oluşan fiyattan, çok daha farklı bir fiyata satabildiğiniz durumlarda, daha kolay anlaşılabilir. Örnek olarak, bir Lacoste marka t-shirt’ün üretim ve pazarlama maliyeti, pazarda satılan benzer bir t-shirt’ten belki sadece birkaç kat fazla iken, bu ürünün mağazadaki satış fiyatı pazardaki ürün fiyatının belki 20-30 katı olabilmektedir. Tüketicinin bu kadar yüksek bir bedele razı olmasının nedeni ise, işte bu “algılanan değer”dir. Çünkü, tüketicinin gözünde Lacoste t-shirt, sadece bir t-shirt değil, aynı zamanda sosyal bir statü ve kendini ifade etme malzemesidir.

Benim görüşüme göre, bir markanın ne kadar başarılı olduğunu ölçmenin en güzel yollarından biri, algılanan değerini ne kadar yükseltebildiğine bakmak. Bir ürünün, algılanan değeri, gerçek değerinin ne kadar üzerindeyse, o marka, sadece ticari marka değil, müşteri gözünde de “marka olmuş” demektir.

Sizin gözünüzde hangi markalar, gerçekten marka olmuşlar bir düşünün!

Tag: , ,

Etkileşimli Pazarlama Zirvesi 2006: Pazarlama 2.0

“Etkileşimli Pazarlama Zirvesi 2006: Pazarlama 2.0” için geriye sayım başladı!

İnteraktif Pazarlama dünyasını bir araya getirecek olan, Türkiye’nin ilk ve tek etkileşimli pazarlama zirvesi, Marketing Türkiye dergisinin hayata geçirdiği Marketing & Management Institute önderliğinde başlıyor.

22 Kasım 2006 Çarşamba günü, Hilton Convention Center İstanbul’da gerçekleşecek olan “Etkileşimli Pazarlama Zirvesi 2006”, ilk yılında Pazarlama 2.0 temasıyla İnteraktif pazarlama dünyasını bir araya getiriyor. Zirve aynı zamanda bu alandaki en başarılı örnekleri de ödüllendirecek.

Detaylı bilgi ve katılım için, tıklayın!

Tag: , ,

Ajans Press TV reklamları

Ajans Press’in TV reklamlarını hayretle izliyorum. Nasıl oluyor da Türkiye’nin lider konumdaki medya takip şirketi, bu kadar hedef kitlesine uymayan bir reklamın yayınlanmasını onaylayabilir, anlayamıyorum. Üç boyutlu maskot ve sevimli karakterlerin rol aldığı bu reklam filmlerini hatırlıyorsunuz sanırım.

Binlerce kurumsal müşterisi olan, Türkiye’nin en büyük şirketlerine hizmet sunan Ajans Press, bence çok daha iyi bir tanıtımı hak ediyor. Önerim, kurumsal kimlikleri ve reklam filmleri ile ilgili olarak ciddi bir ajans ile çalışmaları, veya hiç reklam işine girmemeleri. Zira, bu reklamlarla akıllardaki Ajans Press imajında bir katkıda bulunulmuyor, aksine, imajın yıpranması söz konusu bence.

Yapıcı olmak için, çok basit öneri:
Çalıştığınız binlerce şirketin pazarlama yöneticileri ile referans mini röpörtajlar gerçekleştirip, bunları düzgün bir yapım ile reklam olarak yayınlamak, 3D animasyon ile gerçekleştirilen reklamlardan çok daha kolay ve etkin olacaktır.

Yapılan işleri eleştirmek çok hoşuma gitmiyor ama, bu kadar bariz hataları görünce de, yazmandan edemiyorum.

Tag: , , , ,

Findukta birluk!


Selim Beyin “Türk Fındığı Nasıl Kurtulur” başlıklı mükemmel yazısından sonra, fındık konusunda bloglararası bir dayanışma başlamış durumda. Bunun en güzel örneklerinden biri de Finduk Zamanı oluşumu. Yemek bloglarının oluşturduğu bu yeni blogda, fındıklı tarifler yer almakta. Kendilerini bu güzel oluşumdan dolayı, Selim Beyi de bu işi bu kadar güzel şekilde başlatmasından dolayı tebrik ediyorum. Bu birlikteki blogların linkleri de aşağıdaki gibi (Selim bey sizden kopyaladım, hayırlı bir iş olduğu için kızmazsınız her halde :-):

Bu arada bu konuda diğer blogcuların yazdığı yazılarla ilgili linkler de aşağıdaki gibi:

Madem finduk zamanidur, yaparik pişuyler daaa! (Marketing Post)
Fındık nasıl kurtulur. (Marketallica)
Finduk Zamanı, Türkiye, Toplumsal Destekçiler (Masaüstüm)
Karanlıkta göz kırpmayalım (Mah-zen)
Kır kabuğunu, sen de katıl (Zeynep Özata)
Fındıkta alınan yol (Kedili Mutfaklar)
ZUHAL’CE ÇENTİK KEBABI;))) ve FINDIK PROJESİNE İÇERİĞİ FARKLI BLOGLARDAN DESTEK VE YORUMLARI;)))

Tag: ,