Amiga , Apple ve Microsoft


Bundan 15 yıl kadar öncesinde, daha bugünkü PC ve Windows’un neredeyse adı bile yokken, Amiga adında harika bir bilgisayar vardı. O zamanki PC’ler daha “bip” sesini bile zor çıkartırken, 8 kanal ses ve yüksek kalitede grafik arayüzü ile, o zamanın şartları için inanılmaz bir bilgisayardı. Gerçekten de, şimdi çalıştığımız gigabayt kapasitelerine baktığımızda, Amiga çok benzer işleri, 512KB RAM ve 3,5 inç disketten yüklediği işletim sistemi ile gerçekleştirebiliyordu. Yani Amiga’nın bir sabit diski bile yoktu! Amiga gücünü, o zaman daha başka kimsenin düşünememiş olduğu, 3 ayrı mikroişlemciye sahip olmaktan alıyordu. Amiga’da o zaman, ses, görüntü ve matematik işlemler için ayrı ayrı çalışan özel mikroişlemciler mevcuttu. Bu sayede, o zaman sadece 512KB içinde bile “multitasking” gerçekleştirebiliyordunuz.

Bu harika bilgisayar, o zamanki gençliğin en gelişmiş oyun makinasıydı ve özellikle o dönemde ortaokul/lise çağlarında bu bilgisayarı anne/babasına aldırtabilmiş olanlar, gerçekten de şanslı insanlardı. Amiga, benim de ikinci bilgisayarımdı. Daha öncesinde bir efsanevi ZX Spectrum’um vardı. Amiga’yı uzun süre, daha çok oyun amacı ile, zevkle kullandım.

Fakat, o dönem için efsanevi olarak nitelenen bu makine, kısa süre içinde, PC’nin ve Apple’ın hızlı yükselişi arasında tarih oldu. Ne olmuştu?

Farklı İş Stratejisi
Amiga işletim sistemi ile çalışan bilgisayarları, sadece Amiga üretebiliyordu. Yani Amiga platformunu kullanmak isteyen kişi, hem donanım, hem de işletim sistemi için sadece Amiga şirketinin ürettiği ürünleri kullanmak zorunda kalıyordu. Bu durumda, sadece oyun ve bazı program üreticileri Amiga platformu için yazılım geliştirmekteydi. Aslında, bu stratejiye benzer bir stratejiyi, Apple da uygulamaktaydı ve Amiga’ya oranla çok daha başarılı olmuştu.

Microsoft farkı
Bugün büyük güç durumuna gelmiş olan Microsoft’a baktığımızda ise, gerçek değerin yaratılan fikirlere dayalı katma değer olduğunu çok önceden anlamış bir strateji görüyoruz. 1990’lara kadar, elle tutulabilen ürünleri üretmek önemliydi ve bu işleri yapan şirketler ciddi karlar elde ediyorlardı. Ancak, 90’lardan sonra, gelişen teknoloji ile, iyi üretim yapmak neredeyse standart bir uygulama oldu ve yeni fikirler değer kazanmaya başladı. Çünkü artık sizin düşündüğünüz malı üretecek binlerce üretici hazır kapasite ile beklemekteydi, bu üretime değer katan ise, yeni fikirlerdi. İşte Microsoft, donanıma değil de, donanım üzerinde çalışacak fikirlere ve kullanıcı odaklılığa yatırım yaparak ve bunu çok iyi iş/pazarlama stratejileri ile birleştirerek başarıya ulaştı.

Ve Apple
Apple, ise Amiga’ya çok yakın bir strateji seçmesine rağmen nasıl başarılı oldu? Aslında, Apple da, çok kısa bir süre dışında, kendi donanımını üreten (veya kendi adına ürettiren) ve kendi işletim sistemini üreten bir şirketti. Apple da bu nedenle çok zor dönemler geçirdi, ama, 90’ların sonundaki bazı başarılı manevralar sayesinde, Apple adını hala duyabiliyoruz. Buradaki en önemli stratejik özellikle şunlardı:

  • Apple, hiçbir zaman kendi cihazlarını müşteri gözünde donanım/yazılım gibi ayrı ayrı algılatmadı. Genellikle, bir Apple aldığınızda, kendi kullanım amacınıza en uygun önceden yüklenmiş yazılımları da birlikte alıyordunuz. Üstelik bu yazılımlar, Apple’ın sıkı denetiminden geçmiş yazılımlardı. Kısacası, Apple alanlar, önce biraz fazla para verseler de, bir daha fazla yazılım yatırımı yapmadan işlerini uzun süre kotarabiliyorlardı.
  • Apple, iş dünyasında, özellikle çok fanatik kullanıcılar olan grafik tasarımcılar/matbaalar ve reklam ajanslarının kullanabileceği yazılım ve donanım özelliklerine yatırım yaptı. Bu sayede, 1 kere Apple kullanan bu fanatikler, bir daha asla PC’ye geçmeyi düşünmediler bile.
  • Apple, iMac tasarımı ile, bilgisayarı sadece bir iş/eğlence aracı olmaktan çıkarıp, bir moda, bir trend objesi haline getirdi. Belli bir dönem neredeyse iMac’i olmayanların “trendy” olması mümkün değildi 🙂 Şu anda da aynı stratejiyi, çok başarılı şekilde iPod ürününde uyguluyorlar ve birçok müşteri aynı özellikteki rakiplerine göre en az %50 yüksek ücretle bu ürünü satın almaya dünden razı.

Konumlandırmanın ve uygulamanın önemi
Bu üç hikayede, pazarlanacak ürünün stratejik iş planının önemini görüyoruz. Amiga’yı üretenler, sadece çok iyi bir ev bilgisayarı üretmek istediler ve bunu gerçekleştirdiler de. Ama iyi bir pazarlama planı olmadan, uzun vadede başarılı olamadılar. Amiga’nın pazar payı kaybetmesinin en önemli sebepleri aşağıdaki gibiydi;

  • Farklı donanım üreticilerine, lisanslı olarak üretim izni vermemesinden dolayı (veya lisans bedelini çok yüksek tutması) sektörde genel destek tabanı bulamadı.
  • Kendi platformu için üretilen yazılım çeşitliliğini ve kalitesini desteklemedi/denetlemedi. Bu nedenle, Amiga, bir türlü oyun bilgisayarı olmanın dışına çıkamadı. Amiga oyun üreticilerini de hiçbir zaman kendi platformunu kullanmaları için yeterince desteklemedi. Aslında birçok üreticide o anda büyük bir heves vardı.
  • Amiga’nın ne amaçla kullanılacağı konusunda müşterileri yeterince yönlendirmedi. Müşteriler buna kendileri karar vermek zorunda kaldılar.

Kısacası, Amiga, çok başarılı bir iş modeli olabilecekken, belirsiz stratejilerin kurbanı bir ürün ve iyi pazarlama stratejisinin ne kadar önemli olduğunun bir örneği oldu. Microsoft, müşteri odaklı, kolay kullanılan yazılım ürünleri ve çok iyi pazarlama stratejileri ile, büyük bir çoğunluğun neredeyse mecburi tercihi haline geldi. Apple ise, her zaman “niş” bir tüketiciye, net bir marka mesajı veren, komple ürün stratejisi ile bugünlere kadar geldi.

Amiga’nın detaylı ve ilginç hikayesini okumak için, tıklayın!

Evdeizle.com


Evdeizle.com sayesinde, son 1,5 aydır, evde dilediğimiz kadar DVD izlemenin keyfini yaşıyoruz. Amerikada yer alan Netflix isimli DVD kiralama sistemini görüp hep özenirdim “keşke Türkiye’de de böyle birşey olsa” diye. Çünkü açıkçası arşiv yapmak dışında, her filmi izlemek için DVD satın alınması zorunluluğu çok anlamlı gelmiyor bana.

Evdeizle.com ile, aylık sabit bir ücret ödeyerek, belli sayıda veya sınırsız (seçtiğiniz plana göre) DVD izleme imkanınız oluyor. Gayet geniş bir arşivleri var. Bütün işlemleri web sitesinden kolayca yapıyorsunuz. DVD’ler size kurye ile ayrıca ücret ödemenize gerek kalmadan iletiliyor.

Benim en çok hoşuma giden, TV’de ve birçok DVD satan mağazada bulamadığınız klasik/eski filmleri burada bulabilmeniz.

Kısacası, film meraklıları için cennet gibi bir yer. Öneririm: www.evdeizle.com

Sentez Diyeti Rezaleti!

GÜNCELLEME (5 Eylül 2005).
Bu yazıma Yalçın Kümeli’den gelen cevabı ve benim karşı cevabımı Yorumlar (Comments) bölümüne ekledim. Kendilerine cevaplarından ötürü teşekkür ediyorum.

GÜNCELLEME (2 Eylül 2005).

Altın Kitaplar’dan gelen cevabı Yorumlar (Comments) bölümüne ekledim. Kendilerine teşekkür ediyorum, ancak, yine de, buradaki asıl sorumluluğun Altın Kitaplar’dan ziyade, Taylan Kümeli’ye ait olduğunu düşünüyorum.

——————————————

Taylan Kümeli’nin bu kitabını eşim almış. Aslında ben bu konulardaki kitapları daha çok yabancı kaynaklardan ve Internet’ten takip ederim, ama madem alınmış, bari okuyayım dedim. Kitap aslında günümüzde beslenme ve sağlıklı yaşam konusunda tartışılan bir çok konuda güzel bilgiler içeriyor. Ancak, bu kitabı okumaya devam ettiğimde, bazı inanılmaz hatalar gözüme çarpmaya başladı. Öncelikle, kitabın editörü çok kötü, kitabın içinde sayısız yazım hatası mevcut. Bundan daha kötüsü, kitabın birçok bölümünde, direkt İngilizce’den çeviri yapılmasından kaynaklanan çok önemli ve insanları yanlış yönlendirecek hatalar var; işte sizin için seçtiklerim:

53. Sayfadaki “Fluorit” Başlıklı bölümden bir alıntı:
“… bu nedenle yurdumuzda ve çeşitli ülkelerde içme suyuna fluorit katılır. Fluorit olmayan yerleşim yeri nerdeyse hiç kalmadı…”
Türkiye’de herhangi bir yerde içme suyuna flor katıldığını ben duymadım, sanırım “yurdumuz” denen yer A.B.D. olsa gerek 🙂 Türkiye’de içme suyuna sadece bolca “klor” katılır. Flor katılan yerleri bilenler varsa, bana iletirlerse sevinirim. (Üstelik son yapılan çalışmalar, flor’un insan sağlığına ciddi olumsuz etkileri olabildiğini göstermekte (kanserojen) ve ABD’de de bunun tartışmaları devam etmekte)

55. Sayfadaki “Diyetlerde lif oranını arttırmak…” başlıklı kutucuktan alıntı:
“Günde en az 5 meyve ve sebze tüketmek, beyaz un ve şeker yerine tamamen ekmeği tercih etmek…”
Burada da net bir şekilde, kötü tercüman problemi var. Diyetimizde lif oranını arttırmak için tamamen ekmeği tercih etmemiz yeterli olsaydı, Türkiye’de zaten hiç böyle bir problem olmazdı, hepimiz zaten bol bol ekmek yiyoruz 🙂 Burada, İngilizce’deki asıl yazar demek istemiş ki “whole bread” yani, tam tahıl ekmeği. Aslında bunu Taylan Kümeli’nin bildiğine eminim, ama sanırım kendi kitabını okumak zahmetine katlanmamış 🙂

226. Sayfadaki “Ayurveda” başlıklı bölüm:
Bu bölümde Ayurveda gelenekleri anlatılırken “Ayurveda’da üç çeşit vücut tipi vardır: Vata, Pitta ve kapha…” denmiş ve kapha tipi vücudun ne tip bir diyet uygulaması gerektiği anlatılmış. Ama, bölüm burada birden bire bitiyor, yani vata ve pitta tipi vücut nedir, ne yapmalıdır bölümü yok. Sanırım bu bölümleri tercüman kaybetmiş 🙂

192. Sayfadaki, “Yo-Yo diyetleri ve Kadınlar” bölümünün “b” paragrafından bir alıntı:
“Başlangıç olarak ağır ağır kilo vermeyi, örneğin, her ay 4 kg’a yakın kilo kaybını hedefleyin. Örnek olarak, sağlıklı beslenme düzeninizi bozmadan günlük aldığınız kaloriyi en fazla 500 kaloriye indirin…”
İşte bu çok feci bir tercüman golü. Dünyanın herhangi bir yerindeki, herhangi bir diyetisyen, günlük 800-1000 Kcal’den daha düşük enerji içeren bir diyetin “tehlikeli derecede düşük kalori içeren, açlık diyeti” anlamına geldiğini bilir. Bu tip diyetler, hayati tehlike durumundaki obezler dışında kimseye tavsiye edilmez, o da doktor kontrolünde. Bir insanın sadece yatarak harcadığı kalorinin (vücudun zarar görmemesi için) günlük olarak 800-1000 Kcal civarına denk geldiğini, ben okuduğum kaynaklardan biliyorum. İngilizce asıl metinde denmek istenen aslında şuymuş: “Günlük aldığınız kalori miktarınızı en fazla 500 Kcal azaltın. Yani, günlük ortalama 2500 Kcal ile besleniyorsanız, bunu 2000’e indirin ki, ağır ağır kilo verin.” İnanılmaz!

Bu örneklere benzer o kadar çok hata var ki, çok detaylı incelemenize gerek yok. Hatta, Taylan Kümeli’nin önsözünde bile düşük ve eksik cümleler mevcut.

Benim yorumum şudur: Bu kitabın sadece giriş bölümü Taylan Kümeli tarafından yazılmıştır. Geri kalan bütün bölümler, kitabın “bibliyografya” denilen bölümünde yer alan kitaplardan aynen tercüme ettirilerek yayınlanmıştır. Eğer Taylan Kümeli, bu çeviri yaptırttığı bölümleri kendisi okuyarak, ülkemize uyarlasaydı, bu bile kabul edilebilirdi, ancak ne yazık ki, ben Taylan Kümeli’nin bu kitabı baştan sona 1 kere bile okuduğuna kesinlikle inanmıyorum.

Çok acıdır ki, Türkçe kaynak yetersizliği olan ülkemizde, birçok insan, yapılan pazarlama çalışmalarının etkisi ile, bu kitabı kapış kapış satın alıp okuyor. Çok yazık. Altın Kitaplar’ı da böyle bir kitabı yayınladığı için ayrıca kınıyorum.

Tag: , , ,

Toyota.com.tr

GÜNCELLEME (2 Eylül 2005).
Bu yazımla ilgili olarak Toyota’dan gelen cevabı Yorumlar (Comments) bölümüne ekledim. Toyota’ya duyarlılığından dolayı teşekkür ediyorum.

———————————————-

Bloğumda biraz da web siteleri ile ilgili olarak görüşlerimi yayınlamak istiyorum. Belki ilgili kurumların daha iyi web siteleri oluşturmasında bir faydam olur. Bununla ilgili ilk olarak toyota.com.tr hakkında biraz yazmak istiyorum. Ben Toyota’nın bu web sitesi kadar kötü bir web sitesini hak etmediğini düşünüyorum. Neden mi?

1. Tarayıcı uyumsuzluğu. Tasarım Internet Explorer’a göre gerçekleştirilmiş. Firefox tarayıcısı ile ana sayfadan “Modeller”e tıkladığınızda birşey olmuyor. Buna benzer başka uyumsuzluklar da mevcut.
2. Gereksiz üyelik zorlaması. E-broşür indirmeye çalıştığınızda, mecburi olarak uzun bir form doldurmanız ve “Totota Üyelik Kullanım Şartları”nı kabul etmeniz isteniyor. Neden? Tabii ki ilgili kişilerin bilgilerine sahip olmak iyi birşey, ancak, bunu zorlarsanız, ancak hızlıca doldurulmuş yalan-yanlış bilgiler toplayabilirsiniz. Herhangi bir bayinizden broşür alan bir kişiden bu bilgileri talep ediyor musunuz, kendilerine sözleşme imzalatabiliyor musunuz? İsteseniz bile, “sana ne kardeşim, bir broşür için bu ne prosedür” demezler mi? Eğer e-broşür ile ürünlerinizi tanıtmak istiyorsanız, bırakın insanlar rahatça bu broşürü indirsinler ve ürünlerinizi tanısınlar. Ha, illa ki ben bir iletişim bilgisi almak istiyorsanız, bir e-posta adresi alın yeter. Burası Internet ortamı!
3. Navigasyon problemleri. Modeller’den herhangi bir model seçip, üstten “Fiyatlar”a tıkladığınızda, uzun bir fiyat listesinin başına gidiyorsunuz. Yani seçtiğiniz model ne olursa olsun, bütün modellerin fiyatlarının yer aldığı bu uzun listenin başına gidiyorsunuz. Neden? Benim seçtiğim modelin ne olduğu belli, bu modelin fiyatının formdaki yeri belli. Web tasarımcısı için bu bölüme gönderme yapmak (anchor) sadece bir satırlık bir işlem, ama önemsenmeyince eksik kalmış. Buna benzer pek çok navigasyon problemi mevcut.
4. Ana sayfaya her dönüşte açılan pop-up pencereler. Bir sitenin özenli yapılıp yapılmadığını belirleyen önemli göstergelerden biri de, pop-up pencerelerin kullanım şeklidir. Bir pop-up pencereyi, bir ziyaretçiye kaç kere göstermek istiyorsan (ki bu genellikle 1 keredir) o kadar gösterebilirsin. Bu teknoloji mevcut. Ama bu sitede, ne yazık ki, her ana sayfaya dönüşünüzde aynı pop-up pencerenin açılmasını izlemeniz gerekiyor. En azından, ziyaretçinin tıklayabileceği “bu pencereyi bir daha gösterme” şeklinde bir tıklama kutusu ile bu iş yapılabilir.
5. Eksik meta tag’ler, başarısız arama motoru performansı. “Title bar” kullanımı olmaması ve gerekli meta tag’lerin yerleştirilmemesinden dolayı, bu site ne yazık ki Google ve Yahoo gibi arama motorları tarafından olması gerektiği gibi indekslenemiyor. Örnek olarak “Toyota Corolla” yazıp, google’da Türkçe sayfalarda bir aratın, bakalım bu site ile ilgili bir link karşınıza ilk sayfalarda çıkacak mı?
6. Ürünlere ait görsel malzeme yetersizliği. Bir otomobil satın almayı düşünen kişi, sizce bir web sitesine girince önce nelere bakmak ister. Ben, öncelikli olarak, o ürünün içini, dışını iyice görmek isterim, yani resimlerini görmek isterim. Ama ne yazık ki, birçok otomotiv sitesinde, bu hep göz ardı edilir. Genellikle aracın dışarıdan çekilmiş birkaç fotografı (nedense genellikle onlar da hep aynı açıdan çekilmişlerdir :-)) sitede yer alır. Bu durum toyota.com.tr’de de aynı maalesef. Birçok modele ait resim galerisi olmadığı gibi, olanlarda da (dia bank olarak geçiyor) resimler küçük, büyük versiyonaların ise zip formatında indirilmesi gerekiyor. Neden? Neden ben Internet ortamında bir HTML sayfasının içinde büyük bir otomobil fotoğrafı göremiyorum. Kullanıcının işini biraz kolaylaştırmak lazım ki, site daha çok rahatça ziyaret edilsin.
7. Amatör tasarım.
Yukarıda söylediklerimin yanında, siteye hakim olan “amatör tasarım” havası asıl bence Toyota’ya yakışmıyor. Bu site, küçük bir şirketin web sitesi olsa, belli ölçülerde kabul edilebilecek ve hatta beğenilebilecek bir site olabilirdi. Ancak, söz konusu Toyota olunca, bunlar kabul edilemez hatalar olarak yer alıyor.

Açıkçası ben isterdim ki, bu site ile ilgili olarak daha çok “birebir pazarlama” v.b. konulardaki eksiklerden bahsedeyim. Ama görülen o ki, bu sitenin oralara gelmek için bir versiyon daha geçirmesi gerekiyor.

Dünyanın en büyük otomotiv şirketlerinden birine, hem de sürekli kalite ödülleri alan bir markaya bu site hiç yakışmıyor. Formula 1 ve diğer pazarlama harcamaları milyarlarca dolar tutan bu şirketin, dört-dörtlük web sitelerini kullanıcılara sunuyor olması gerekirdi. Bence Toyota Türkiye’nin bir an önce bu konuda gerçek profesyonel yardım alması gerekiyor. En azından “toyota.com” veya “toyota.co.uk” örnek alınarak işe başlanabilir.

Sanmayın ki diğer otomotiv şirketleri mükemmel sitelere sahip, ancak zamanım sınırlı ve en göze batan örneği ele almaya çalıştım. Diğerlerini de zamanım olduğunca değerlendireceğim.

Görüşlerinizi beklerim.

Pınar’ın Yoplait Hatası!


Pınar’ın meyveli yoğurt pazarına neden Yoplait markası ile çıktığını anlamakta zorlanıyorum. Yoplait, ABD’de ve bazı diğer ülkelerde tanınmış ve önemli pazar payına sahip bir meyveli yoğurt markası, ancak Türkiye’de hemen hemen hiçbir tüketicinin bilmediği bir marka. Pınar’a baktığımızdaysa, Türkiye’nin en önemli gıda markalarından birini karşımızda buluyoruz. Pınar, bugün Türkiye’de UHT kutu sütte pazar lideri ve inanılmaz derecede müşteri güvenini kazanmış bir marka. Pınar, ilk homojenize edilmiş yoğurdu Türkiye’ye sunan marka. Bu nedenle, her türlü süt ürünlerinde, müşterinin çok kolay kabul edebileceği bir marka durumunda.

Yoplait ile bu şekilde pazara girmenin çeşitli dezavantajları var;

  • Marka bilinirliğinin yeniden oluşturulması, ki bunun ne kadar zor olduğunu biliyoruz.
  • Marka ile müşteri arasında duygusal bağ oluşturulması zaman alacaktır. Yoplait, şu anki görünümü ile müşteri ile duygusal bağ kurmaktan uzak. Üstelik, bu markanın müşteri ile iletişimde kullandığı ögelerin, Pınar’la aynı olmaması da ihtimal dahilinde.
  • Yoplait imajı ile, mevcut Pınar imajının birbiri ile uyum sağlayamaması durumunda, ana markanın bundan zarar görme ihtimali yüksek.

Pınar neden Yoplait ile pazara girmiş olabilir?

  • Meyveli yoğurt yapacak teknoloji ve tecrübeyi satın almak için. Ki, ben bu ihtimali pek de düşünmek istemiyorum. Pınar gibi bir marka eğer kendi başına tüketicinin kabul edeceği meyveli yoğurdu üretemiyorsa, ciddi bir Ar-Ge problemi var demektir.
  • Yoplait ile uzun vadeli bir birleşme politikası. Bu da ülkemizdeki birçok süt ürünü üreticisinin seçtiği, markayı oluşturup, yabancıya satma hevesinin bir parçası olabilir. Ancak, ben bunun Pınar için doğru bir seçim olduğunu düşünmüyorum. Pınar ürün gamı itibarı ile, kendi varlığını süt ürünleri ile buldu. Yani süt ürünleri aslında Pınar’ın en stratejik işi. Eğer Pınar’ın tümünün satılması düşünülmüyorsa, böyle bir operasyon çok tehlikeli olacaktır. Benzer bir olayı Sabancı Grubu, Hayat Su’yu Danone’ye satarak gerçekleştirdi. Ancak, Sabancı’da durum biraz daha farklı, su ürünü Sabancı için kritik bir ürün değil ve Sabancı bu tip operasyonlar ile para kazanmaya daha alışmış bir grup.
  • Yabancı marka imajından faydalanmak. Türk tüketicisinin genelde yabancı markaları daha kolay kabul etmesinden faydalanmak için düşünülmüşse, yine hatalı bir yaklaşım olacağı kanaatindeyim. Eğer pazara sıfırdan giren bir marka olsanız, bu sizin için bir fayda sağlayabilir, ancak, Pınar’da bu durum geçerli değil.

Pınar kendi markası ile meyveli yoğurt pazarına girse neler olurdu?

  • Çok kolay şekilde oluşturulabilecek bir Pınar meyveli yoğurt alt markası ile, müşteriden çok hızlı kabul gören bir ürün grubu yaratılabilirdi.
  • Yeni ürünleri piyasaya süren Pınar markası, teknolojik yaklaşım ve yenilikçilik anlamında, sadık müşterilerini daha da kendine bağlardı.
  • Çok daha az pazarlama bütçesi ile tanıtım gerçekleştirilebilirdi.

Bütün bunların yanında, Yoplait’in şu andaki reklamlarının da, Türk tüketicisine pek hitap etmediğini düşünüyorum. Aslında, ABD’de espirili algılanabilecek bu reklamlar, Türkiye’de pek bir hedefe yönelik görünmüyorlar. Pınar bu konuda, son zamanlarda atakta olan Sütaş ‘tan biraz ilham alabilir, Sütaş’ın reklamları bizim tüketicimizin çok daha kolay kabul edebileceği, cana yakın/samimi bir yaklaşım sergiliyor. Üstelik Sütaş bu alanda yeni ürünleri pazara sunmada, çok cesaretli davranarak, geleneksel Türk markasının dışına çıkabilen bir profil sergiliyor. Yovita ile yapılan operasyon, bence birçok farklı sektördeki sanayicimize örnek olmalı.

Bu işten karlı çıkan taraf bence Yoplait, rekabetin çok fazla olduğu bir pazara Pınar’ın tecrübesi ile kolayca girmiş oldu. Çok sevdiğim Pınar markasının, kendi markasına yatırım yapması bence daha doğru. Benim süt ürünlerindeki ilk tercihim hep Pınar!

Benim göremediğim noktalar varsa, katkılarınızı beklerim.

Sağlıklı Yaşam


Bundan yaklaşık olarak 1,5 yıl öncesine kadar, sağlığına pek de dikkat etmeyen bir insandım. Genel olarak yediklerime pek dikkat etmez, hemen hemen hiç spor yapmaz, düzenli olarak pipo, puro ve sigara içerdim. 37 yaşında bir insan olarak, hayatımda en yoğun spor yaptığım zamanlar askerlik dönemlerinde kalmıştı. Ara sıra bisiklete binmek, arkadaşlar ile koşu yapmak gibi aktiviteler gerçekleştirsem bile, bunlar çok düzensiz ve seyrek olan hadislerdi. Ha, bir ara da özel bir spor kulübünde 6-7 ay her sabah spor yapmıştım.

Bu gidişi değiştiren birkaç olay sayesinde, şimdi kendimi çok daha sağlıklı ve kendine güveni artmış bir insan olarak hissediyorum.

Çabuk yorulan adam!
Bu olaylardan birincisi, uzun süredir yapmadığım bir trekking gezisinde başıma gelmişti. Trekkingi ve doğada olmayı sevdiğim için, belli bir dönem bu tip doğa sporlarını yapar ve yaylalara çıkardım. Ancak, uzun süre sonra gerçekleştirdiğim bu son aktivitede, benim çok kısa sürede yorulmama ve birkaç defa mola vermeme rağmen, benimle aynı yaştaki arkadaşlarımın tırmanışa sanki hiçbirşey olmamış gibi devam ettiklerini hayretle izlemiştim.

Check-up sonuçları!
İkinci olay ise, özel sağlık sigortamın bana sunduğu ücretsiz check-up hakkımı kullanırken ortaya çıktı. Test sonuçları hiç de iç açıcı değildi. Toplam kolestrolüm ve trigliserit seviyelerim normalin çok üzerindeydi. Nedense o güne kadar, check-up yaptırabilecek kadar sağlığımdan hiç süphe etmemiştim.

Bu olaylardan ve doktorumun tavsiyelerinden sonra, hemen Internet’te güvenebileceğim kaynaklarda neler yapabileceğimin bir araştırmasına başladım. Aslında, bu süreç hemen bir gün içerisinde gerçekleşen bir şey değildi. Yani, bahsettiğim iki olay bilinç altımda bazı şeyleri harekete geçirmişti, ancak, hemen ertesi gün kolları sıvadığımı zannetmeyin.

Zaman içerisinde çeşitli kaynaklardan ve elimdeki mevcut kitaplardan, öncelikle kolestrolümü nasıl düşürebileceğimi anlamaya çalıştım ve yavaş yavaş birkaç ay içerisinde neler yapmam gerektiği konusunda fikirlerim oluşmaya başlamıştı.

Düzenli beslenme.
Araştırma sonuçlarıma göre, sağlıklı bir yaşamın en önemli unsurlarından biri, sağlıklı bir kalp ve damar sistemi idi. İyi bir kalp ve damar sistemi, başınıza gelebilecek diğer hastalıkları da önlemekte veya daha az zarar ile atlatmanızı sağlamaktaydı. Öncelikle, kolestrolümü düşürebilmek için, yediklerime biraz dikkat etmeye başladım. Kırmızı eti mümkün olduğunca az tüketmeye, evde mümkün olduğunca fazla meyve ve sebze bulundurmaya başladım. Eve giren salam-sosis cinsi yiyecekleri, en azından bir süreliğine de olsa, satın almamaya karar verdim. Abur cubur tarzı yiyecekler yerine, meyva tüketme alışkanlığını edinmeye çalıştım. Aşırı yağlı, özellikle hayvansal yağ içeren yiyecekleri tüketmedim, ve hayatımda çok az yeri olan balığı tekrar yemeye ve zevk almaya başladım. Kısa bir süre içerisinde, yeme alışkanlıklarım çok büyük bir oranda değişmişti. Önceleri, bu bana zor gelse de, zaman içerisinde, eskiden çok severek yediğim yiyeceklerden uzak durmanın o kadar da zor olmadığını fark ettim. Artık, günlük almam gereken kalori miktarına göre yemek yemeye çalışıyordum. Önceleri, yediğim her yiyeceğin içerisindeki kalori miktarlarını tek tek hesaplayıp, o gün içerisinde ne kadar daha yemek yiyebileceğimi anlamaya çalışıyordum. Ama, zaman içerisinde neyin ne kadar kalori içerdiğini de üç aşağı-beş yukarı tahmin edebilir duruma gelmiştim. Üstelik, artık daha az yemek yiyerek de, yemekten zevk alabiliyordum.

Ve Spor
Hayatımda daha önce spor yaptığımda hep farklı hedeflerim olmuştu, ya daha atletik bir vücuda sahip olabilme isteği, yada bir an önce hızlı kilo verebilme isteği. Aslında hiçbir zaman aşırı kilolu bir insan olmamıştım, ancak, eski resimlerime baktığımda, şaşırmaya da başlamıştım, ben daha önce bu kadar zayıf mıydım! Şimdi sahip olduğum bu mini göbek, daha önce nasıl yok olurdu! Dolayısı ile, benim yine kilo vermek amacı ile spora başladığımı düşünebilirsiniz, ancak böyle olmayacaktı. Çünkü daha önceki deneyimlerimden biliyordum ki, eğer sadece kilo vermek amacı ile spor yaparsam, biraz kilo verdikten sonra motivasyonum düşmekte ve sporu da bırakmaktaydım. Spor yapmak için bu seferki motivasyonum farklıyı. Artık sadece sağlıklı olmak için spor yapacaktım ve kilo versem de, vermesem de sporu hayatımda sürekli hale getirmeye çalışacaktım! Ve buna çok kararlıydım.

Peki hangi spor!
Daha önce, bisiklete binme, spor salonunda ağırlık çalışması yapma, aerobik sporlar gibi sporlar ile uğraşmıştım. Ancak, uzun dönemde spor yapmak söz konusu olduğunda, sürekli bir spor salonuna gidip gelmenin benim yaşam tarzıma pek uygun olmadığını düşündüm. Yapacağım spor, süreklilik arz etmeliydi, günlük hayatımdan mümkün olduğunca az zaman çalmalıydı, yaz-kış yapılabilmeliydi ve yapması çok zor olmayan, yani üşengeçlik sebebiyle bırakılması zor bir spor olmalıydı. Bu düşünceler içerisindeyken, eşimle uzun süre önce satın aldığımız, ama pek az kullanarak daha sonra kaderine terk ettiğimiz koşu bandımız aklıma geldi. Zaten, bu alete boşuna para vermiş olmak da gururuma dokunuyordu! Kısacası, spor belli olmuştu, koşacaktım! (veya önceleri yürüyecektim :-))

Ölçmeden olmaz!
Hayatımda bir çok şeye mühendisçe yaklaştığım için, spor olayına da mühendisçe yaklaşmam çok normaldir herhalde. Bir şeyi ölçmeden yapmayı pek sevmem. Evde mutfakta makarna yaparken bile, terazide gramla ölçerim ve eşim benimle bu konuda genellikle dalga geçer 🙂
Peki, sporda gelişimimi nasıl ölçebilirdim, gerçekten sağlıklı bir yaşama doğru ilerlediğimi gösterecek ve beni motive edecek araç ne olacaktı. Aslında bunun cevabını biliyordum, yaklaşık olarak 1 sene önce, teknoloji merakımdan dolayı satın aldığım, ama genellikle sadece saat fonksiyonundan faydalandığım Polar marka kalp monitörüm aklıma geldi. Bu cihaz, dijital bir kol saati görünümünde olan, ancak, ayrıca, göğüsünüze bağladığınız bir kalp atış algılayıcı bandı olan, harika bir aleti (detaylı bilgilere http://www.polar.fi/ adresinden ulaşabilirsiniz). Bu cihaz ile, mevcut kalp performansınızı ölçmeniz, ve sizin için en uygun egzersiz seviyelerinde spor yapmanız mümkün. Üstelik, yaptığı kalp testleri ile, zaman içerisinde kalp gücünüzdeki değişikliği de izleyebiliyorsunuz. Aslında bu aletle ilgili ayrı detaylı bir yazı yazmak istiyorum. Ama en son olarak, Polar’ın web sitesinde de, gelişiminizi takip edebileceğiniz ve size seçtiğiniz spora göre önerilerde bulunan bir çok bölüm olduğunu da söylemeden geçmek istemiyorum.
Neyse, sonuç olarak kalp monitörüm ile ilk testimi yaptım ve tahmin ettiğim gibi, kalbim kendi yaşıma göre “Zayıf” çıktı. Bu beni motive eden son olay olmuştu. Bundan sonra bu kalbi güçlendirmeye ve daha sağlıklı yaşamaya karar vermiştim.

İlk spor deneyimlerim
Öncelikle Polar’ın web sitesi ve diğer bazı spor ile ilgili web sitelerinden, hangi yoğunlukta spor yapmam gerektiğini öğrendim, ve buna göre kendime bir plan hazırladım. İlk planıma göre, haftada ortalama 3 gün, saatimin izin verdiği kalp seviyelerinde spor yapacaktım, ki bu seviyeler genel olarak hızlı yürüme ve ancak kısa süreli hafif koşulara izin veriyordu. Ancak, ben bu program dahilinde çalışmaya devam ettikçe, yavaş yavaş kalbimin kaldırabildiği süratler de artmaya başladı ve yaklaşık 6-7 aylık süre sonunda, en az yarım saat sürekli koşabilir hale gelmiştim. Bu aslında çok hoşuma giden bir gelişmeydi, kendime güvenim artmaya başlamıştı.

Ve enteresan bir gelişme!
Eskiden bana külfet gibi gelen spor yapmayı, artık severek yapar hale gelmiştim. Üstelik bundan tek beklentim, sadece sağlıklı ve zinde bir hayat sürebilmekti! Spor yapacağım günlerde, eve daha hevesli geliyordum. Bazıları sporu sabah yapsalar da, ben akşamları iş çıkışında eve gelir gelmez spor yapmayı seviyorum. Böylece, günün stresini üzerimden atıp, spor sonrasındaki tatlı yorgunluğun keyfini daha iyi çıkartabiliyorum.

Ve bu arada enteresan bir gelişme oldu. Artık canım çok fazla pipo, puro ve sigara istemiyordu, onlardan aldığım keyifi, aslında artık bana düzenli spor sağlıyordu! Ve bir gün Mayo Clinic’in web sitesini dolaşırken, konusunda uzman bir hekimin bir sözünü okudum. Bu hekim şunu diyordu “Eğer hayatınızda tek bir hareketle, sağlığınız için en önemli adımı atmak istiyorsanız, hemen sigarayı bırakın” Bu söz beni o gün çok etkiledi. Belki de aynı sözleri daha önce okumuş olsaydım, üstümde hiç bir etkisi olmazdı. Zaten hergün TV ve diğer kanallardan “sigarayı bırakın” sözünü duyuyoruz. Ama bu sefer farklı etkilenmiştim. Çünkü, artık sağlığım için bilinçli olarak birşeyler yapıyordum; daha dikkatli besleniyor ve düzenli şekilde spor yapıyordum. O anda, birdenbire, sigara ve tütün tüketimi bana çok saçma geldi. Sağlığım için bu şekilde bilinçli olarak hareket ederken, kanser ve damar hastalıklarına sebep olduğu kesin olarak ıspatlanmış bu ürünleri tüketmek niyeydi? Aslında düzenli olsa da, tütün tüketimim bazıları kadar yoğun değildi. Yalnız pipoyu çok seviyordum ve dönem dönem yoğun olarak pipo içiyordum.
İşte o gün tütün ürünlerini az bile olsa, bir daha hiç kullanmamaya karar verdim. Bakalım bu hareketim benim sağlığımı nasıl etkileyecekti ve spor yaparken kendimi nasıl hissedecektim, merak ediyordum.

Ve bilincin daha da yükselmesi
Bir süre sonra, artık spor ve düzenli/dengeli beslenme hayatımın bir parçası haline gelmişti. Daha önce yapacağımı söyleseler, güleceğim şeyler yapıyordum. Artık, taze ve doğal haline en yakın yiyecekleri tüketmeye çalışıyordum. Kahvaltıda şekerli meyva suyu içmek yerine, taze sıkılmış veya saf olduğuna emin olduğum kutu meyva sularını tüketiyordum. Yeşil sebzeleri inanılmaz yoğunlukta tüketiyor, hergün işe giderken yanıma 1-2 elma benzeri meyva alıp, ara öğün olarak bunları tüketiyordum. Kahvaltıda gevreği “0” yağlı süt ile yemeye başlamıştım. Yoğurdun “0” yağlısını tüketiyordum. Her hafta en az 2 kere balık tüketmeye başlamıştım. Öğünlerim küçülmüştü. Belki eskisine göre yarı yarıya az yemek yiyordum, ama yediğim yemeği de tamamen zevksiz hale getirmemeye çalışıyordum ve hiçbir zaman da aç dolaşmıyordum.

Sonuç
Bugün, düzenli spora başlayalı 1 yıldan fazla zaman geçti, şimdi haftada ortalama 5 gün en az 30 dakika koşuyorum. İşlerim çok yoğun olsa bile, yorgun olsam bile, spor için vakit ayırmaya çalışıyorum. Polar kalp monitörüm, kalp performansımın yaşıma göre “Çok İyi” olduğunu söylüyor 🙂 Yaklaşık olarak 7 kilo verdim ve beni rahatsız eden bir göbeğim kalmadı. Kendimi çok zinde hissediyorum. Stres seviyem çok düştü, günlük hayatta daha az sinirlenip, yaptığım işten daha fazla zevk alır hale geldim, geceleri uyku problemim yok. Bir zamanlar beni rahatsız eden spastik kolon rahatsızlığımdan eser kalmadı. Genellikle yağlı olan cildimdeki, yağ oranı düştü. İnsanlar daha sağlıklı göründüğümü söylüyorlar. Bir de, artık farklı kokuları alabiliyorum, meğerse tütün ne çok kokuyu almamızı engelliyormuş! Yakında tekrar gireceğim check-up sonuçlarını merak ediyorum.

Artık sağlıklı olduğuna inandığım bu yaşam biçimini zevkli şekilde devam ettirmek istiyor ve bu alandaki gelişmeleri yakından takip ediyorum. Sürekli koştuğum için, artık kendimi biraz da bir sporcu gibi hissediyorum. Bazılarınız bu yazıyı okuyunca şunları söyleyebilirler “Böyle sıkıcı bir hayat yaşamaktansa, ben istediğimi yiyip-içer, keyfime bakar, mutlu yaşarım. Sağlıklı bir hayat, mutlu bir hayat anlamına gelmez ki! Ben bunları yaparsam mutlu olamam ki!”. Evet, sağlıklı olmak mutlu olmanın bir garantisi değil, ancak ben, spor sayesinde kendimi zinde hissettiğim bu dönemlerde, yapığım aktivitelerin daha fazla farkına varıyorum. Sanki beynim artık herşeyin daha fazla farkına varıyor. Spor dışında kalan vakitlerimi daha iyi değerlendirdiğimi görüyorum.

İşte benim hikayem bu, umarım bunu okuyanların bazılarının daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam için ilk adımı atmalarına sebep olurum. Ve hepinize önerim, sadece sağlıklı olmak için bu işe başlayın, devam ettirmenin çok da zor olmadığını göreceksiniz.

Düzenli spor yaparak, sağlığına katkıda bulunmak isteyenlere önerilerim:

  • Sporu kilo vermek, vücudunuzu güzelleştirmek için yapmayın, bunun için tek motivasyonunuz “sağlıklı olmak” olmalı. Ben ancak bu şekilde başarılı oldum.
  • Sporu başkalarına hava atmak v.b. için yapmayın. Sadece kendiniz için yapın.
  • Sporu yalnız yapın. Başkaları ile birlikte planlanan spor aktiviteleri başlangıç için motive edici gibi gözükse de, her zaman için yanınıza bir arkadaş bulamayabilirsiniz. Ancak, sporu yalnız yapmaya alışırsanız, o zaman motivasyonunuzun bozulması daha zor olacaktır.
  • Spor aktivitesi olarak, her zaman için en kolay yapabileceğiniz, basit bir spor seçin. Benim öncelikli önerim koşmaktır. Çünkü koşmak için hiçbir özel alete gerek duymazsınız, sadece iyi kalitede bir spor ayakkabısı işinizi görecektir. Hemen hemen her yerde gerçekleştirebilirsiniz.
  • Spor zamanlaması için, kendinize eziyet haline gelecek zamanlar seçmeyin, aksi taktirde kısa sürede spor düzeninizi bozup, bırakabilirsiniz. Örneğin bazıları sabah erken kalkarak spor yapıyorlar, ancak ben bunu pek sevmiyorum. Sadece spor yapmak için, tatlı uykumu kesmek bana zor geliyor.
  • Planladığınız bir günde spor yapamadıysanız, bu sizi demotive etmemeli, ancak bir sonraki gün bu aktiviteyi mutlaka gerçekletirmeye çalışın.
  • Kendinizi çok çok yorgun/kırgın hissediyorsanız, o gün spor yapmayın.
  • Aktivite yoğunluğunuzu iyi belirleyin. Başkalarına hava atmak için kendinizi zorlamayın. Her zaman kendi kapasitenize uygun seviyelerdeki yoğunluklarda spor yapın.
  • Üst üste aşırı yoğunlukta spordan kaçının. Sporun vücutta gerçek faydasını sağlayabilmesi için, vücudunuzun gerekli enerjiyi geri kazanması gereklidir. Unutmayın ki önemli olan yoğunluk değil, sürekliliktir.
  • Sporun faydalı olması için, spor sonunda kendinizi aşırı yorgun hissetmeniz gerekli değildir, bunu belirlemnenin en iyi yolu, kendi kalp performansınıza göre spor yoğunluğu belirlemenizdir.

Bu konudaki daha detaylı başka yazıları da burada yazmayı planlıyorum.

Görüşmek üzere.

Tag: , ,

Dergi okumanın ucuz ve kolay yolu: Zinio

2 yıldan fazla bir süredir kullandığım, ama etrafımda pek de tanınmadığını gördüğüm Zinio Reader’dan bahsetmek istiyorum size. Zinio ile, yabancı dergilere çok kolay şekilde abone olup, Türkiye’deki satış fiyatlarının çok altında fiyatlarla istediğiniz dergiyi okuma imkanına kavuşabilirsiniz. Ben Business2.0, Technology Review, Popular Science ve Harvard Business Review gibi kendi ilgi alanıma giren dergileri buradan takip ediyorum artık. Abone olduktan sonra, derginin her sayısı bilgisayarınıza otomatik olarak yüklenmekte ve Zinio Reader yazılımı ile (Acrobat teknolojisi ile çalışıyor) dergiyi bilgisayarınızda okuyabiliyorsunuz. Dergilerin elektronik versiyonları, basılı versiyonlarına göre bazı avantajlara sahip. Bir yere giderken taşınabilir bilgisayarınızda, bütün dergilerinizi yanınızda taşıyabiliyorsunuz, arşivleme kolaylığı sağlıyor. Ayrıca, dergiyi birden fazla bilgisayarda okumanız kolayca mümkün (bu iş MS Reader ve Adobe Reader’in dijital yayınlarında bu kadar kolay olmuyor). Son günlerde bazı yenilikçi Türk dergilerinin de buradan abonelik satmaya başladığını gördüm (Mobimag ve Bant gibi).

Detaylı bilgiye www.zinio.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Trafikle İlgili Öneriler

Merhaba,

Uzun süre önce açtığım ve kullanmadığım bu blogumda, artık günlük hayatta beni rahatsız eden veya düşündüren konularla ilgili düşüncelerimi yazmaya karar verdim, belki birileri duyar da faydası olur. Veya, en azından ben kendi adıma birşey yaptığımı hissedip, rahatlarım 🙂 (bu daha muhtemel)

Trafiğimizdeki kaos ortamının çözülebilmesi için bazı çok basit konuların üzerine gidilerek, alışkanlıkların oturtulması gerektiğini düşünüyorum.

Örneğin, uzun bir zaman öncesinde, şehir içinde emniyet kemeri takılması zorunluluğu yoktu, veya kimse böyle bir konunun takibini yapmıyordu. Ama, daha sonra gerçekleştirilen uygulama ve sürekli takip ile, o zamanlar sadece çok küçük bir azınlığın kullandığı emniyet kemeri, bugün baktığımızda büyük bir çoğunluk tarafından kullanılıyor. Neden? Çünkü bu konunun üzerine gidildi, gerekli takip yapıldı ve alışkanlık oturtuldu. Ve binlerce hayat kurtuldu.

Bence şimdi, aynı şekilde diğer bazı önemli alışkanlıkların oturtulması için çalışma yapılması gerekiyor. Bunu yaparken de, en basit konulardan başlamak ve bunları çok sıkı şekilde takip etmek gerekli, çünkü eğer insanlar küçük hataların bile çok sıkı şekilde takip edildiğini bilirlerse, büyük hataları yapmaya cesaretleri olmayacaktır.

Benim önerim bundan sonra sinyal kullanımının oturtulması yönünde. Siz hiç son zamanlarda, şehir içinde sinyal kullanmadığı için trafik polisi tarafından uyarılan veya ceza kesilen bir sürücü gördünüz mü (ben görmedim)? Peki, sinyal kullanmadan önünüze köpekbalığı gibi dalış yapan sürücüler yüzünden günde kaç kere aracınızın içinde küfür ediyorsunuz (ben artık küfür etmemeye çalışıyorum) veya tehlike yaşıyorsunuz? Demek ki burada bir problem var. Bu sürücülerin birbirine saygı seviyesinin son derece düşük olduğu İstanbul’da özellikle bir problem. Sinyal kullanımının oturtulmasına yönelik bir uygulama, bence sürücüler arasındaki saygısızlık probleminin çözümünde önemli bir adım olacaktır. Sanki trafik kurallarında, hiç böyle bir uygulama yokmuş gibi olan tutuma (hem sürücüler açısından, hem de trafik polisleri açısından) bir son verilmesi ve bu basit kuralın uygulanması için gerekli çalışmaya başlanmasının zamanı geldi. Üstelik bence bu konudaki kesilecek trafik cezalarının tutarı, birçok ek vergiden sağlanan gelirin tutarını aşacaktır 🙂

Görüş ve katkılarınızı beklerim.

Serdar Öner.

Kaynak ve Referans Bilgi

Bu bölümde kendim içi biriktirdiğim kaynak ve referans bilgi linklerine ulaşabilirsiniz.

Best Practices for Optimizing Web Advertising Effectiveness, May 2006, Doubleclick

Global Technology / Internet Trends, April 2006, Morgan Stanley

Internet Trends — Web 2.0, October 2005, Morgan Stanley

The Online Advertising Landscape, Europe, September 2005, Doubleclick

Internet Advertising Revenue Report, September 2005, IAB-PWC

Internet Advertising Trends, July 2005, Morgan Stanley

The Internet’s Role in the Modern Purchase Process, July 2005, DoubleClick

The Decade in Online Advertising, April 2005, Doubleclick

IAB Industry Stats, IAB

IAB’s 28 Reasons to use Interactive Advertising

IAB’s Universal Ad Sizes, IAB

Interactive Marketing Units, IAB