HP Recommends Windows, but Dreamworks prefers Linux!


Geçtiğimiz gün Fast Company dergisindeki bir reklamı okurken gözlerime inanamadım. Reklamda, her zaman olduğu gibi üst köşede “HP Recommends Windows” ifadesi yer alırken, reklam metninde “…powered by the… Linux operating system…” ifadesi yer almaktaydı. Reklam metni, aslında DreamWorks’ün kullandığı sunuculardan bahsediyordu ve bu sunucular HP olmalarına rağmen, Windows değil Linux işletim sistemi ile çalışıyorlardı.

Reklamı gördüklerinde Microsoft’cuların yüzündeki ifadenin ne olduğunu merak ediyorum. Bu reklam metnini hazırlayan ajans ve metin yazarının olay ortaya çıktıktan sonraki durumlarını da tabii 🙂

CPM ne demek?

Çok basit oldu galiba 🙂 Ama bu kısaltmanın Internet reklam sektöründe yanlış kullanıldığını çok görmekteyim. İşte size Wikipedia’daki açıklama, bence gayet iyi özetliyor:

“Cost per mille (CPM), also called cost ‰ and cost per thousand (CPT), is a commonly used measurement in advertising. In Latin mille means thousand, therefore, CPM means cost per thousand. Radio, television, newspaper, magazine, Out-of-home advertising and online advertising can be purchased on the basis of what it costs to show the ad to one thousand viewers (CPM). It is used in marketing as a benchmark to calculate the relative cost of an advertising campaign or an ad message in a given medium. Rather than an absolute cost, CPM estimates the cost per 1000 views of the ad.” Tam metin için tıklayın.

Kısaca, bir reklamın, bin kişiye veya bin kere görüntülenmesinin maliyetine verilen isimdir CPM. Örneğin, bir reklam mecrasından 1.000.000 kişiye görüntülenecek reklamı, 2500 YTL’ye satın aldıysanız, CPM’iniz 2,5 YTL olacaktır.

Reklam tekliflerinde veya konuşmalarda CPM terimi aşağıdaki gibi kullanılabilmekte:

“1000 CPM için fiyatımız 5000 YTL”

Aslında burada söylenmek istenen, “1.000.000 yayın için fiyatımız 5000 YTL”dir. Yani, CPM 5 YTL olmaktadır. Veya,

“Kaç CPM yayın istiyorsunuz?”

Burada da söylenmek istenen, “Reklamınızın kaç defa yayınlanmasını istiyorsunuz”dur.

CPM’in Önemi
Bence CPM’in en önemli özelliği, farklı mecralar arasında reklam maliyetlerimizi karşılaştırmamıza olanak tanıması. Örneğin, gerçekleştireceğiniz bir kampanyanın, TV, gazete, dergi ve Internet mecralarındaki CPM değerlerini hesaplayarak, hangi kampanyanın birim maliyetinin daha makul olduğunu belirlemeniz mümkün olacaktır. Gerçi, TV ve dergi gibi geleneksel mecralarda güvenilir CPM değerleri hesaplamak, Internet’e göre biraz daha zor olmakta. Örneğin, aylık tirajı 20.000 olan dergiye, 2500 YTL ücretle reklam verdiğinizde CPM değeriniz ne olacak? Eğer her dergiyi sadece 1 kişi okuyorsa, muhtrmelen CPM’iniz 2500/20= 125 YTL olacaktır. Ama, eğer her dergiyi 5 kişi okuyorsa, CPM’iniz 25 YTL’ye düşebilecektir. Dolayısı ile, sağlıklı bir değere ulaşabilmeniz için, ilgili derginin her sayısının, ortalama olarak kaç kişi tarafından okunduğunu bilmeniz, veya tahmin etmeniz gerekecektir.

Ancak, bazı varsayımlara göre de hesaplasanız, mecralararasında genel bir karşılaştırma yapabilmek açısından CPM önemli bir veri sağlamakta. Arada çok büyük farkların oluştuğu durumlarda, sorgulama yapmanız için sizi de uyarmakta.

Her CPM eşit değildir!
CPM değerlerini karşılaştırırken, her mecranın kendi izleyicilerinin özelliklerini de dikkate almakta fayda var tabii ki. Hedef kitleniz olmayan bir mecrada, CPM ne kadar düşük olursa olsun, yaptığınız yatırımın karşılığını alamayabilirsiniz. Dolayısı ile, reklam tekliflerini değerlendirirken, sadece CPM maliyetinizi değil, aynı zamanda, ilgili mecranın sizin için ne kadar doğru bir mecra olduğunu da sorgulamak gerekmekte.

Dönüşüm olmazsa olmaz!
Bu yazımın konusu değil ama, CPM’iniz ne olursa olsun, eğer reklamınızı görenler, sizin istediğinizi yapmıyorlarsa (yani ürününüzü satın almıyorlarsa, sitenizi ziyaret etmiyorlarsa …) o zaman bir şeyleri yanlış yapıyorsunuzdur. Görseliniz kötüdür, mesajınız kötüdür, teklif ilgi çekici değildir, reklamınız doğru yerde yayınlanmamıştır v.b.

Kısaca, CPM sadece birim satın alma fiyatınızı karşılaştırmanızı sağlar, o mecranın ve/veya medyanın etkinliği ayrı bir konudur.

K-C ve Unilever TV reklamlarını azaltıyor

Advertising Age dergisinin son sayısındaki habere göre, ABD’li kağıt ürünleri üreticisi Kimberley-Clark (Huggies ve Kleenex gibi markaların sahibi) ve Unilever, karlılık oranlarını arttırmak amacı ile, gelecek dönemdeki TV harcamalarını daha dikkatli gerçekleştireceklerini açıklamışlar.

K-C, yeni planında, toplam pazarlama bütçesinin sadece %46’sını (2004 yılına göre %60 oransal düşüş anlamına geliyor) TV reklamlarına ayıracakmış. Unilever de, benzer açıklamalarda bulunmuş.

Geniş kitlelere seslenmede TV’nin üstünlüğü devam etmekle beraber, her sektörde daralan kar marjları, kurumları pazarlama harcamaları konusunda gittikçe daha dikkatli olmaya
zorlayacak gelecekte. Bu haberler de, bunun ilk işaretleri. Geleneksel TV yayıncılığının, diğer mecralardaki verimliliği ve ölçülebilirliği yakalayabilmesi için, artık yeni yollar aramasının zamanı geldi sanırım 🙂

Reklam ajansları dikkat, sizi kandıranlar var!

Bu benim başlığım değil. Gazeteport’ta, Yavuz Semerci bugünkü yazısının başlığını böyle atmış. İşte Yazuz Semerci’nin yazısı aşağıdaki gibi başlıyor:

“Öncelikle belirtmeliyim. Bu diziye başlamamıza yol açan (anlatacağız) birkaç olay yaşadık. Bizi şaşırtan, üzen gelişmeler üzerine konuyu topluca incelemeye karar verdik.
İnternet üzerinden habercilik yapan Gazeteport son 4 aydır okuyucu ile buluşuyor. Henüz tanıtım kampanyasına başlamadık. Buna rağmen şimdiden 20 bin aktif abonesi olan, günlük 40 bin kişinin ziyaret ettiği bir internet gazetesi olduk. Elbette amacımız kısa süre içinde 100 binin üzerine çıkmak. Bir yandan bağımsız bir gazetecilik yapmak, diğer yandan internet reklam pastasından hak ettiğimiz yeri almak için mücadele ederken, bu piyasada kurulan ve manupülasyona açık yapının deşifre edilmesini de görevlerimiz arasında saydık.
Gördük ki, ortada birbirleriyle ilişkisi olan (ama ilişkileri yokmuş gibi davranan) bazı şirketler var ve bunlar reklam verenler ile reklam ajanslarını kendi çıkarları doğrultusunda kandırıyor… Bu sistemden nemalanan veya bu sisteme başkaldıramadığı için boyun eğen pek çok internet yayıncısı var. Onları suçlamıyoruz.
Ancak görevi kamuoyunu doğrudan yana bilgilendirmek olan Gazeteport, sistemin ağababaları tarafından yapılan “sessiz kalın, reklam verenlerde güvensizlik yaratmayın” çağrısına bu diziyi başlatarak yanıt veriyor.
Elbette olaylar, kişiler ve kurulan şirketler bu dizide yer alacak. Ve şundan emin olun ki, bu diziyi pek çok internet sitesi kullanmayacak. Yalnız kalacağız. Buna rağmen reklam verenlerin kandırılmasına yönelik kurulmuş sistem ile mücadelemiz sürecek.
Suya attığımız taşın halka halka gerekli yerlere ulaşacağına yine de eminiz.
Doğruyu cesaretle söyleyenlerin sonunda savaşı kazandıklarını biliyoruz…

SİSTEM NASIL İŞLİYOR?
Önce reklam şirketlerinden başlayalım.

Alt alta sıralıyorum:
ADD Medya, All Media, Altıncı Duyu, Carat, RPM Radar, MediaTeam, Mindshare, Universal Mccann, Veritas, Zenith, Media Max, Media Com, OMD, Starcom, Mediaedge.cia ve şu anda aklıma gelmeyen Türkiye’nin sayılı reklam ajansları…
Bu ajansların çoğu dünya kalitesinde hizmet veriyor. Ama hangi alanda?…” Yazının devamı…

Yazının devamını Gazeteport’ta okumak için tıklayın.

Bu yazının devamı yarın gelecekmiş, umarım devamında açıklananlar, ülkemizde Internet’te reklam yapan kurumların gözünün biraz olsun açılmasına yardım eder.

Yazının devamını bekliyorum, ondan sonra ben de bu konuda yorumlarımı yapacağım.

Çocuklara yönelik reklamlar


Geçtiğimiz gün “Biri Bana Anlatsın” programının bir tekrar bölümünü izlerken, reklamlarda çocuk kullanımının etik olarak ne derecede kabul edilebilir olduğu tartışıldı ve program konuğu olan bu endüstrinin ileri gelenleri tarafından, bunun genel olarak kabul edilebilir bir uygulama olduğu fikrine ulaşıldı. Bu programı izlerken, benim de uzun süredir yazı yazmak istediğim bir konu geldi aklıma. Bu konu, çocuklara yönelik reklamlarla ilgili.

İnsanın bir çocuğu olduktan sonra, sanırım her şeyi daha farklı şekilde algılıyor, ama, bu düşünce aklıma geldikten sonra, bu kadar süre neden bu konu beni hiç rahatsız etmedi acaba diye de kendime sordum. Beni rahatsız eden durum şu: TV kanallarında çocuklara yönelik programların yapıldığı kuşaklar, sadece çocuklara yönelik hazırlanmış reklamlarla dolu; bu reklamların içeriğine baktığınızda, Barbie, Sindy, Actionman benzeri oyuncaklardan, Danino ve benzeri çocuklara yönelik yiyecek maddelerine ve fast-food gıda reklamlarına kadar değişik ürünler yer almakta. İlk bakışta ne var bunda diye düşünebileceğiniz bu durum, inanılmaz bir tehlikeyi içinde barındırmakta. Çünkü bu reklamların çoğu, 10 yaşının altında, doğru ile yanlışı ayırt etme yetisi yeterince gelişmemiş çocuklara yönelik. Bu reklamlar, çocuklarımızı oyalansın diye önüne bıraktığımız ekranda süreki şekilde dönmekte ve bu çocukların beyinlerine işlenmekteler.

Araştırma sonuçları ne diyor?
Bu konuda acaba araştırma yapılmış mıdır diye aklıma geldi, hemen Internet’te bir arama yaptım. Sonuçta da, APA’nın (American Pyschological Association) yaptığı bir araştırmaya ulaştım. Araştırma, ilk anda akla gelebilecek şüpheleri doğrular nitelikte. Araştırmacılar, küçük çocukların, yetişkinlerden farklı olarak, reklamlarda verilen mesajların, aslında bir ürünün satışını arttırmak amacıyla yapılmış olduğunu algılayamadıklarını ve verilen mesajları gerçek olarak algıladıklarını tespit etmişler. İlgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Araştırmacılar, bu gibi reklamlar sonucunda, çocukların beslenme alışkanlıklarının, reklamı yapılan ürünler lehinde değiştiğini ve ABD’deki obezitenin önemli kaynaklarından birinin de, çocukların bu şekilde değişen beslenme tercihlerinden kaynaklandığı yorumunu da yapmışlar.

Araştırmada daha farklı detaylar da var, ancak, bu araştırmayı yapanların ulaştığı sonuç şu: 8 yaşının altındaki çocuklara yönelik reklamlar ya yasaklanmalı, ya da çok sıkı denetim altına alınmalı.

Yasal düzenleme zorunlu!
Bir pazarlamacı olarak, reklamın gücünün, özellikle de TV reklamının gücünün farkında bir insanım. Bu reklamların, çocuklar üzerindeki etkisi ise, bizim üzerimizdeki etkilerimizden çok farklı. Siz kendinizi düşünün, karar verme yetisine sahip bir insan olmanıza rağmen, bazı reklamların büyüsüne kapılıp, gerçekçi olmayan satınalma kararları vermiyor musunuz? Bir de çocuklarınızın bu reklamların sonucunda ne derecede etki altında kalabileceklerini düşünün.

Bence bu konuda aşağıdaki düzenlemeler yapılmalı:

– Belli bir yaşın altındaki çocuklara yönelik reklamlar tamamen yasaklanmalı.
– Küçük çocuklara yönelik yayın kuşaklarında, reklam yayını tamamen yasaklanmalı (sponsorluk dahil).
– Küçük çocuklara yönelik ürünlerin reklamlarının yayını, bu ürünlerin büyüklere yönelik pazarlaması amaçlanıyor olsa bile sıkı kontrole tabi olmalı.
– Çocukların TV izleme ihtimalinin yüksek olduğu yayın dönemlerindeki reklamların
yayını sıkı kontrole tabi olmalı.

Yasaklayan ülkeler var.
Bazı ülkeler, bu konuda adım atmış durumdalar, örnek olarak Norveç ve İsveç, 12 yaşının altındaki çocuklara yönelik reklamları ve çocuk program kuşaklarındaki reklamları yasaklamış durumdalar. Ayrıca, Danimarka, Finlandiya, Norveç ve İsveç, çocuklara yönelik programlarda sponsorluk kullanılmasını yasaklamış durumdalar.

Benim araştırma souçlarıma göre, ABD’de bu konu net bir düzenleme yok, AB’de ise düzenlemeler yapılması gündeme gelmiş durumda.

Bu konu bence çok da tartışılacak bir konu değil, zararlar çok açık, fazla araştırma yapıp bilimsel kanıt bulmaya da gerek yok. Eğer çocuklarımızın sağlıklı gelişimini istiyorsak, mutlaka en kısa sürede bu konuda yasal düzenleme yapmalı ve kontrol mekanizması kurmalıyız.

İlgili bağlantılar:
TELEVISION ADVERTISING LEADS TO UNHEALTHY HABITS IN CHILDREN
European Union To Consider Ban On TV Commercials Targeting Kids
EU Considers Banning Junk Food Ads
Junk food ads aggravate EU child obesity problem
No more Mars bar ads for children

Markanın Marka Olduğu An

Büyük markalar nasıl büyük marka oldular? Büyük marka olmak ne demek? Marka olmak ne demek?

Ticari marka olmak çok kolay!
En son sorunun cevabıyla başlamak daha kolay sanırım. Marka olmanın iki farklı anlamından bahsedebiliriz. Birincisi, ticari veya hukuki anlamda marka olmak, ki bu marka olmanın en kolay adımıdır denilebilir. Bu kapsamda marka olmak için, kendinize ticari olarak kullanacağınız bir marka seçmeniz ve kullanmaya başlamanız bile yeterlidir. Marka tescilinin resmi olarak yapılması ise, bu marka üzerindeki haklarınızı koruyabilmenizi sağlar. Aslında işin ben bu yönü üzerinde pek durmak istemiyorum.

Müşteri gözünde “marka olmak”!
Marka olmanın ikinci anlamı ise, tüketici gözünde markanızın ifade ettiği değerle alakalı bir durum. Günümüzde bir çok durumda “marka olmak” sözcüğü ile ifade edilmeye çalışılan şey de, o markanın, tüketici gözünde itibarlı bir yere ulaşması olarak tanımlanabilir. Ben tabii ki bir pazarlamacı olarak, bu şekilde marka olmak ile çok daha fazla ilgileniyorum. Peki nedir tüketici gözünde markayı marka yapan şey? Yaptığınız reklam ve tüm tanıtım çalışmaları mı bunda etkendir, yoksa ürettiğiniz ürünün mükemmel kalite seviyesi mi? Bunu anlayabilmek için, markanın ne gibi bir ihtiyaç ile kullanılmaya başlandığına bakmakta fayda var.

Marka kavramının tarihçesine baktığımızda, ticari ve modern anlamda ilk bilinen markaların 19uncu yüzyılda ortaya çıktığını görüyoruz. O dönemdeki sanayi devrimi ile artan üretim, tüketicilerin satın alabileceği çok farklı ürünlerin yerel pazarlarına ulaşmasını sağladı. Ancak üreticiler bir süre sonra, yerel pazarlardaki ürünlerle rekabet etmekte zorlandıklarını gördüler. Ürünleri iyi bile olsa, üreticisinin kim olduğunu bilmediği taktirde, müşteriler yerel üreticilere daha çok güveniyor ve büyük üreticilerin ürünlerini tercih etmiyordu. İşte bu dönemde, büyük üreticilerin ürünlerini daha iyi tanıtma ve satış arttırma çabaları esnasında, ilk markalar pazarda görülmeye başlandı. O dönemdeki ilk markalar, sabun, un ve pirinç gibi temel ihtiyaç maddelerinin üzerinde yer almaktaydılar.

Markanın temel fonksiyonu: Güven
Tarihçesinden de anlaşılacağı üzere, markanın var oluş ve ortaya çıkış sebebi “güven oluşturmak”tı. Bugün de baktığımızda, bir markanın, “marka olmak” yolunda gerçekleştirmesi gereken en önemli aşamanın “güven oluşturmak” olduğunu görüyoruz. Yapacağınız hiçbir tanıtım aktivitesi ve reklam, güven oluşturmayı başaramamış bir markanın, tüketici gözünde bir marka olmasını sağlayamayacaktır. Aksine, tüketici gözünde güven oluşturamamış bir markanın, yapacağı her türlü tanıtım aktivitesi de, aslında çöpe atılmış olacaktır.

Peki güveni nasıl oluşturacaksınız? Öncelikle, tutarlılık ve istikrardan bahsetmek lazım. Yani, bir marka olarak müşteriye sunduğunuzu ifade ettiğiniz değerler ile, müşterinin gerçekten faydalandığı değerlerin örtüşmesi gerekmekte. Ayrıca, bu sunulan değerlerin, zaman içinde mümkün olduğunca az değişikliğe uğraması, yani standardize olması da gerekmekte. Müşterinin, reklam, diğer tanıtım ve ürün paketinde bahsettiğiniz faydaları elde edebilmesi, tüketici gözünde “marka olmanın” ilk adımı. Bunu sağlayamayan markaların, uzun ömürlü olma ihtimalleri çok düşük.

Büyük marka olmak için, reklama ihtiyacınız yok!
Biraz abarttım belki ama, gerçekten de, bir çok markanın “büyük marka” olma tarihçelerine baktığınızda, geleneksel reklam aktivitelerine çok az başvurduklarını görürüz. Günümüze yakın bir örnek verirsek, 90lı yılların ortalarında hizmet vermeye başlayan amazon.com, geleneksel reklam çalışmasına hiç başvurmadan, dünyanın en büyük perakendeci şirketlerinden biri olmuştur. Tüketici gözünde çok prestijli bir noktaya gelmiş olan Mercedes-Benz markasına ne demeli? Mercedes’in yaptığı reklamın, prestiji daha düşük markalardan çok daha az olduğunu, sadece seyrek olarak prestij reklamları ve sponsorluklar aldığını fark etmişsinizdir herhalde? Bu iki markanın da geçmişine baktığımızda, bütün diğer faktörlerin yanında, tüketici güvenini kazanmak için her şeyi yaptıklarını görürüz. Mesela, ben amazon.com’un ilk kurulduğu günlerden beri mağazasından alışveriş yaparım, bu alışverişlerim esnasında yaşadığım ufak tefek problemler olsa bile, amazon.com bu problemleri en hızlı şekilde çözerek, benim için tatlı birer anı olmalarını sağlamıştır. Bilirim ki, amazon.com’dan alışveriş yaptığımda, hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramayacağım.

Kısacası, büyük marka olabilmek için, müşteri güvenini kazanarak işe başlamanız gerekmekte. Bunu başardıktan sonra yapacağınız reklam ve tanıtım aktivitelerinin etkisi, çok çok daha yüksek olacak, ve gerçekten büyük marka olmak yolunda size katkı sağlayacaktır.

Büyük marka olduğunuzu nasıl anlayacaksınız?
Büyük marka olup olmadığınızı anlamanın en kolay yolu, sizin ürününüz ile aynı fiyat seviyesine sahip rakip ürünler arasından, tüketicinin sizi tercih etme oranının ne olduğuna bakmaktır. Tüketici, bu durumda çoğunlukla sizin markanızı tercih ediyorsa, büyük marka olma yolunda önemli bir adım atmışsınız demektir. Bunun bir üst seviyesi ise, tüketicinin, sizin ürününüzü, aynı fonksiyonel özellik ve faydaları sunan başka bir ürün daha ucuz olmasına rağmen daha çok tercih etmesidir. Yani, siz aynı özellikteki ürünü, daha pahalı satmanıza rağmen, tüketici hala sizi daha çok tercih ediyorsa, işte o zaman, büyük marka olma yolunda çok daha önemli bir aşamayı geçmişsiniz demektir. Bu şunu ifade etmektedir: tüketici, sizin ürününüze o kadar fazla güvenmektedir ve farklı değerler algılamaktadır ki, siz daha yüksek bir fiyat talep etseniz bile, sizden vazgeçmeyecektir. İşte burada, çok önemli bir kavramdan da bahsetmekte fayda var, o da “algılanan değer”.

Algılanan değerin önemi
Algılanan değer, sizin ürününüzün fiyatının, malzeme+üretim+paketleme+makul kar formülü ile oluşan fiyattan, çok daha farklı bir fiyata satabildiğiniz durumlarda, daha kolay anlaşılabilir. Örnek olarak, bir Lacoste marka t-shirt’ün üretim ve pazarlama maliyeti, pazarda satılan benzer bir t-shirt’ten belki sadece birkaç kat fazla iken, bu ürünün mağazadaki satış fiyatı pazardaki ürün fiyatının belki 20-30 katı olabilmektedir. Tüketicinin bu kadar yüksek bir bedele razı olmasının nedeni ise, işte bu “algılanan değer”dir. Çünkü, tüketicinin gözünde Lacoste t-shirt, sadece bir t-shirt değil, aynı zamanda sosyal bir statü ve kendini ifade etme malzemesidir.

Benim görüşüme göre, bir markanın ne kadar başarılı olduğunu ölçmenin en güzel yollarından biri, algılanan değerini ne kadar yükseltebildiğine bakmak. Bir ürünün, algılanan değeri, gerçek değerinin ne kadar üzerindeyse, o marka, sadece ticari marka değil, müşteri gözünde de “marka olmuş” demektir.

Sizin gözünüzde hangi markalar, gerçekten marka olmuşlar bir düşünün!

Tag: , ,

Ajans Press TV reklamları

Ajans Press’in TV reklamlarını hayretle izliyorum. Nasıl oluyor da Türkiye’nin lider konumdaki medya takip şirketi, bu kadar hedef kitlesine uymayan bir reklamın yayınlanmasını onaylayabilir, anlayamıyorum. Üç boyutlu maskot ve sevimli karakterlerin rol aldığı bu reklam filmlerini hatırlıyorsunuz sanırım.

Binlerce kurumsal müşterisi olan, Türkiye’nin en büyük şirketlerine hizmet sunan Ajans Press, bence çok daha iyi bir tanıtımı hak ediyor. Önerim, kurumsal kimlikleri ve reklam filmleri ile ilgili olarak ciddi bir ajans ile çalışmaları, veya hiç reklam işine girmemeleri. Zira, bu reklamlarla akıllardaki Ajans Press imajında bir katkıda bulunulmuyor, aksine, imajın yıpranması söz konusu bence.

Yapıcı olmak için, çok basit öneri:
Çalıştığınız binlerce şirketin pazarlama yöneticileri ile referans mini röpörtajlar gerçekleştirip, bunları düzgün bir yapım ile reklam olarak yayınlamak, 3D animasyon ile gerçekleştirilen reklamlardan çok daha kolay ve etkin olacaktır.

Yapılan işleri eleştirmek çok hoşuma gitmiyor ama, bu kadar bariz hataları görünce de, yazmandan edemiyorum.

Tag: , , , ,

Tadım TV Reklamı

Tadım’ın son dönemdeki TV reklamı beni çok şaşırttı. Senelerdir piyasadaki kuruyemiş markaları arasında “bence” üst seviyede bir profil çizen bu markanın, TV reklamlarının basitliğine inanamadım. Hatırlayamayanlar için hatırlatayım, reklamda, bar ortamındaki bir adam parmaklarının ucunda zıplattığı bir fıstığı, en sonunda havaya fırlatıyor ve bu fıstığı da adama yakın bir kadın havada ağzıyla kapıyor. Ne senaryo ama!

Şunu söyleyeyim, eğer daha önceden Tadım ürünleri tüketip, kalitesine güvenmeseydim, bu reklam benim Tadım ürünlerini DENEMEMEMİ garanti altına alabilirdi.

Reklamda hangi hedef kitleye, nasıl bir mesaj verilmeye çalışılıyor çok merak ediyorum. Yoksa sadece “biz bir TV reklamı yapalım” için mi bu reklam yapılmış. Üstelik, gördüğüm kadarıyla frekansı da bayağı yüksek. Ayrıca, reklamın altındaki gizli mesaj da, bence kadınları küçük düşürücü bir anlam taşımakta.

Fonksiyonel ürün olarak konumlandırılabilirdi
Bence Tadım bu reklam kampanyası ile çok büyük bir fırsatı kaçırmış durumda. Pazardaki mevcut iyi durumunu, gerçekleştirdiği bu reklam çalışması ile geliştiremedi. Ben olsam, bütün dünyada sağlık uzmanlarının bangır bangır cevizin, fındığın, fıstığın ve diğer kuruyemişin sağlığa faydalarını anlattıkları bu dönemde, bu söylemlerin avantajını kullanan bir ürün ve reklam mesajı ile piyasaya girerdim. Tüketicilerin fonksiyonel ürünler kategorisine çok büyük ilgi duyduğu, sağlıklı beslenme bilincinin yükselme trendine girdiği bu dönemde çok yaratıcı işler yapılabilirdi. Bu konuda yoğurtçuların yaptıklarına bakıp, ilham almak mümkün.

YAZIK diyorum ben böyle harcanan paralara! Biraz kafa çalıştırılarak, aynı bütçe ile markanın gelebileceği noktaları düşünmeden edemiyorum.

İlgili yazılar:
A. SELIM TUNCER | DIYALOG: | Reklam yapmaya başlamadan önce yapılacak o kadar Çoooooooook şey var ki!

Tag: , , , , , ,