Yazının Gücü

Fark ettiniz mi bilmem ama yazının çok önemli bir gücü var. Aynı fikri sözle aktarmanıza göre, yazılı fikir aktarımı, karşı tarafın bu fikirlere çok daha ciddi şekilde yaklaşmasına sebep oluyor. Yani, konuşarak dile getirdiğiniz bir fikir, pek itibar görmese bile, aynı fikri biraz toparlayıp yazıya döktüğünüzde, çok ciddiye alınıp, okuyanlar tarafından farklı bir yere konulabiliyor.

Biz okumayı çok sevmediğimiz için, yazının bu gücünü de pek fark edememiş bir toplumuz aslında. Hem okuyan az, hem de yazan az! Ama yine de, yazılanın değeri, genelde sözle ifade edilenden daha fazla.

Bunun sebebi biraz da “yazmak için fikirleriniz üzerinde düşünmek ve onları organize etmek”ten kaynaklanıyor tabi. Bir çok konu üzerinde kolayca konuşabilirken, bunu yazıya dökmeye kalktığımızda tıkanabiliyoruz. Neden? Çünkü yazıya dökülen fikirler bir resmiyet kazanıyor ve arkasında durulması gerekiyor. Konuştuğunuz bir şeyi kolayca inkar edebilirken, yazdığınız çok uzun süre ortada kalıyor.

İnandığınız fikirleri, yazarak paylaşmanız dileğiyle.

Mutlu günler.

Tag: , , ,

Yeni Yüzyıl

Bir döneme damgasını vurmuş bir gazeteydi. Benim tekrar günlük olarak gazete almamı sağlamıştı. Çok da sadık bir okuyucu kitlesini kendine bağlamayı başarmıştı. Ama sonra, ne yazık ki, o da diğer gazetelerle tencere-tava dağıtma yarışına girdi. Ve tabii ki de kaybetti. Hem tencere-tava yarışını, hem de sadık okuyucularını tabii ki.

Halbuki o dönemdeki sadık okuyucuları, muhtemelen gazeteye daha fazla para ödemeye de razıydılar. Ama sanırım bunu yapmaya cesaret edemediler. Veya, çok satma hevesine kapıldılar. Bence az satan, pahalı, ama çizgisini bozmayan bir gazete olarak yer edinebilirlerdi.

Gazeteceilik işinden pek anlamasam da, böyle bir gazeteye hala ihtiyaç var bence.

Tag: , , ,

Müşteri’nin değeri

Bankalarda gişe sırası beklerken aklımdan geçen bir şey vardır hep: Banka şubesinin çaycısı, personele çay dağıtır, ama beklemekte olan müşteriye bir şey sunulmaz (müşteri temsilcisi ile görüşmeleri saymıyorum). Bu bana çok enteresan gelir. Çoğu durumda tanıtım ve reklama milyonlarca YTL veya USD ayıran bu kurumlar, müşteri şubeden içeri girdiğinde, aynı cömertlik ve samimiyetle davranmazlar nedense. Hatta bugüne kadar uğradığım şubelerde bir su pınarına bile rastlayamadım. Belki benim bilmediğim uygulamalar vardır.

Ben bu tip detayların, müşteriye verilen gerçek değeri daha iyi ifade ettiğini düşünüyorum.

ABD’deki iki farklı uygulama, bana enteresan geldi.

Birincisi, banka şubelerinin cafe yapısında tasarlanması. Bu şubelerde, müşteri nerdeyse bir Starbucks veya Gloria Jeans şubesine benzer bir ortamda karşılanıyor. Çok yaygın ve her durumda uygulanavbilir olmasa da enteresan bir yaklaşım (Umpqua Bank).

Diğeri ise, hazır giyim mağazalarındaki bir uygulama. Çoğu durumda, karı-koca çıkılan alışverişlerde erkekler mağazada biraz sıkılırlar, kadınlar ise, kocaları yanlarında olduğu için, istedikleri kadar rahat alışveriş gerçekleştiremezler. İşte bunu düşünen bir perakendeci (Urban Outfitters) mağazalarda erkeklerin oyalanabileceği köşecikler yaratmış. Bu köşelere, çok kanallı TVler ve PlayStation yerleştirmişler. Rahat bir ortam olarak tasarlanan bu köşeler, bence eski problemlere müşteri gözü ile yaklaşınca,çok kolay çözüm bulunabileceğinin bir kanıtı.

Merak ediyorum, şubelerde gişe sırası bekleyen müşterilere de çay/kahve servisi yapmak, bankanın bu işe yapacağı yatırımı geri kazanmasını sağlar mı, yoksa boşa bir çaba mı olur? Ben bu yatırıma değeceğini düşünüyorum. Siz ne dersiniz?

Tag: , , ,

Köprüdeki bayrak

Haber: Boğaziçi Köprüsü’ne asılan bayrağı Fenerbahçeliler indirmiş!

Buna kimsenin şaşırdığını zannetmiyorum, beklenen bir durumdu. Kamuya ait olan bu bina üzerinde, özel bir kulübün bayrağının işi ne? Galatasaray Kulübü’nün Türkiye’de milyonlarca taraftarı olması böyle bir hak mı doğuruyor?

O zaman, TBMM’den de baştan aşağı GS bayrağı sallandıralım, arada pek de bir fark yok. Veya çok büyük bir ihracat işi gerçekleştiren şirketin logosunu köprüye asalım, buna ne dersiniz? Bu nasıl iştir?

Ayrıca, kimsenin diğer takım taraftarlarını bu şekilde tahrik ve taciz etmeye hakkı yok. Herkes kendi özel mülkünde istediğini yapabilir, ama kamuya ait binalarda değil.

Fırın düğmesinin düşündürdükleri


Burada sadece pazarlama ile ilgili değil, bazen de bir müşteri olarak yaşadıklarımla ilgili düşüncelere de yer veriyorum. İşte böyle bir yazı daha!

Daha önce de fırınlar konusunda bir yazım olmuştu (Fırın Saatleri). Bu yazımdan bir süre sonra, evimizde 3-4 senedir kullanmakta olduğumuz ocaklı fırının, fırın sıcaklığını ayarlamaya yarayan düğmesi elimizde kalmıştı. Arçelik servisinden aynı düğme olmasa da, benzer bir düğmeyi bularak kırılan düğmeyi değiştirmiştik. Bunun istisnai bir durum olabileceğini düşündüğümüz için, olayın pek de üzerine durmamıştık o zaman. Ama geçtiğimiz gün, bu sefer, ocaklardan birine ait olan diğer bir düğme de aynı şekilde elimizde kaldı. Demek ki, kırılan diğer düğme de istisnai bir durum değildi ve ortada bir problem vardı.


Bize Türk ürünü kullanmak için cesaret verin!
Geçmişte bir süre beyaz eşya sektöründe çalışmış bir insan olarak, bu ürünlerin üretiminde ne kadar çok insanın emeği olduğunu biliyorum. Ayrıca, beyaz eşya üreticilerimizin 90’lı yıllarda yaptıkları yatırımlarla, dünyanın en büyük ve modern üretim tesislerine sahip üreticileri arasına girdiğini de biliyorum. Bu sebeple, çok yakın geçmişe kadar, çevremdeki insanları Türk markalı (Türkler’in sahip olduğu şirketlere ait) beyaz eşya ürünleri almaları konusunda teşvik ederdim. Çünkü, genellikle yabancı markalara hayran olan insanımız, Türk yatırımcıların bu alana yaptıkları yatırımlardan ve gelişimden pek de haberdar değildi. Kendim de mümkün olduğunca bu ürünleri satın almaya çalışırdım.

Ama aradan geçen yıllarda, beyaz eşya sektöründe o yıllarda gerçekleştirilen bu atılımların, ürün kalitesine tam olarak yansıyamadığını da üzülerek görmeye başladım. Bunun farklı nedenleri olabilir, ama ortada net olan bazı konular var:

– Yerli markalarımız, ürettikleri ürünlerdeki detay malzeme, işçilik ve tasarım kalitesine gerekli önemi vermiyorlar. Özellikle plastik parçaların üretim kalitesinde önemli problemler var.
– Ürünler, kullanıcı davranışı düşünülerek tasarlanmıyor ve kısa sürede problem oluşturabilecek tasarım hataları içeriyorlar.
– İhracat için üretilen ürünler farklı ele alınabiliyor, malzeme ve işçilik kalitesine daha çok dikkat edilebiliyor.

Türk tüketicisine biraz saygı gösterin!
Yerli markalarımızın, kendi aralarında ve yabancı sermayeli markalarla büyük bir rekabet içinde oldukları bir gerçek. Bu rekabet içinde, bazı durumlarda, üretilen ürünün en ucuz fiyata piyasaya sürülebilmesi de önem taşımakta. Ama, bu fiyat rekabetinin, ürün kalitesine yansıması, nesiller boyunca bu markaları kullanan tüketiciye de yapılmış bir saygısızlık. Benim Türk sermayesine bu alandaki desteğim, üst üste yaşadığım ve yaşandığına şahit olduğum kötü örneklerden sonra devam etmeyecek. Ben artık, paramın karşılığını en iyi veren ürünü, yabancı sermaye ürünü de olsa tercih etmek durumundayım. Kısaca gerçekte olmam gereken Homo Economicus‘a bir dönüş yaşıyorum!

Küçük detaylar, büyük farklar yaratıyor!
Önemli işler başaran, ve bu kadar büyük yatırımlara imza atan yerli marka üreticilerimizin, küçük detaylara dikkat etmeyerek (veya küçük hesaplar peşinde koşarak) hem kendilerine, hem de ülke ekonomisine zarar vermeleri kabul edilemez bir durum. Bir mühendis olarak biliyorum ki, bugün kırılarak elimde kalan bu fırın düğmesi, farklı bir plastik malzemenin seçilmesi ve/veya daha iyi bir tasarım ile, çok daha uzun süre en iyi şekilde kullanılabilirdi, üstelik bu değişikliğinin maliyeti, toplam maliyet içerisinde inanılmaz küçük bir artış yaratırdı. Ama bunun için önce ürettiğin ürüne özen göstermen, ayrıca, bu ürünü kullanacak olan tüketiciye saygı duyman gerekmekte. Umarım dünya çapında marka olduklarını bangır bangır reklamlarında duyduğumuz bu markalarımız, Japonlar ile reklamlarında “direct-drive/direct-drive” diyerek dalga geçmeyi bırakır ve kısa bir gelecekte daha özenli ürünler üretmek için akıllarını başlarına alırlar.

Önemli Not: Bu Arçelik’in konu olduğu bir kaç yazımdan biri oldu. Bundan dolayı benim bir Arçelik düşmanı olduğum zannedilmesin. Aksine, bütün bu problemli ürünlerine rağmen, çocukluğum boyunca bu marka ile büyümüş bir insan olarak, Arçelik markasına hala sempati duyuyor ve başarılı olmasını istiyorum. Ama bir tüketici olarak, bahsettiğim konularda net değişiklik görmediğim sürece, Arçelik artık benim tercih ettiğim bir marka olmayacak.

İlgili diğer yazılar:
Fırın saatleri
Bir Arçelik macerası

Tag: , , , , ,

Hurriyet.com.tr TV reklamı üzerine

Hurriyet.com.tr TV reklamını gördüğümde aklımdan geçenleri sizlerle paylaşmak istedim. Reklam eğlenceli, sevimli bir yapım olmuş. Ama bu reklamın hurriyet.com.tr web sitesini ifade eden bir reklam olduğunu düşünmüyorum. Reklamı gördüğünüzde, hurriyet.com.tr’de “hip“/”trendy” bir tasarım ve içeriğe ulaşacağını düşünüyor insan. Ama siteye girdiğinizde, karşılaştığınız durum hiç de öyle değil; fazla bir kişilik ve tarz barındırmayan bir tasarım ile karşılaşıyorsunuz.

Reklamı reklam olarak görmek yanıltabilir
Bir reklamın kendi başına iyi bir reklam olması, yaratacağı etki açısından bir önem taşımayabilir. Yani, çok güzel bir reklam yaparsınız, ama reklamını yaptığınız ürün, reklamda bahsedilen gibi değilse, fayda yerine size zarar da verebilir. Bunu engelleyebilmek için, reklam ajanslarına iş veren müşterilerin de sorumluluk alması gerekmekte. “Parasını veriyoruz, her şeyi ajans yapacak!” yaklaşımı, başarısız kampanyaları da beraberinde getirmekte. Veya, reklam ajansını bir üst varlık olarak görüp, bütün pazarlama startejisini bu kurumun eline teslim edenlere ne demeli?

Hayır, reklam ajansınız bir üst varlık değildir. Ve reklamın ortaya çıkmasında, ajansın olduğu kadar, müşteri olarak sizin de göreviniz vardır. Çünkü, ürünü ortaya çıkartan ve en iyi tanıyan taraf olarak, pazarlama stratejisinden, ve gerçekleştireceğiniz her türlü pazarlama aktivitesinin etkinliğinden, müşteri olarak öncelikli olarak siz sorumlusunuz. Reklam ajansınızın doğru hedef kitle için, doğru ürün imajı içeren reklamlar oluşturabilmesi, ancak sizin bu prosese aktif olarak katılımınız ve gerekli yerlerde müdahalelerde bulunmanız ile mümkün olacaktır.

Bu arada, kendi kurumsal kimliklerini iyi yansıttığını düşündüğüm bir kaç gazete web sitesi:

The New York Times
Guardian
Financial Times
The Wall Street Journal

Tag: , , , ,

inoksan.com.tr


Geçtiğimiz gün mutfak malzemeleri ile ilgili bir araştırma yaparken, sektörün öndegelen şirketlerinden İnoksan‘ın sitesini de ziyaret edeyim dedim. Ürünler bölümünde gördüğüm manzara beni rahatsız etti, yukarıdaki resimde gördüğünüz gibi, ürünler ile ilgili bilgiler, her ürün için ayrı PDF dosyasında olacak şekilde ilgili sayfada listelenmekteydi (link). Yani, ürünler ile ilgili bilgi almanızın tek yolu, bu dosyaları Acrobat Reader ile açarak bakmanız. HTML olarak ürün bilgisi sitede yer almamakta.

Bu konuda çok uzun yazmayacağım. Sebebi kimdir, İnoksan mı, yoksa ajansı mı bilmiyorum, ama benim bildiğim, bu site sektöründe lider kurumlardan biri olan İnoksan’a yakışmıyor. PDF dosyaları, ürün broşürlerinin web’den dağıtımı için iyi bir olanak sağlıyor, ancak web sayfanızdaki temel bilgilerin, HTML yorumlayan her tarayıcıda, ek bir programa gerek kalmadan görüntülenebilmesi ve PDF’in, temel değil, destekleyici bir format olması gerekmekte.

Bu konudaki detaylı yazım Web Sitelerinde Dosya Kullanımı‘na erişmek için tıklayın.

Not: Bu yazı 22 Mayıs 2006 tarihinde yazılmış bir yazıdır ve İnoksan web sitesinin o tarihteki durumuyla ilgili eleştirileri içermektedir. İlgili web sitesinde aradan geçen zaman zarfında güncellemeler yapılarak, yazıda bahsedilen eksiklikler giderilmiştir.

Tag: , , , ,

Döndüm!

Geçen haftaki yurtdışı seyahatim ve 19 Mayıs tatili nedeniyle epeydir yazı yazamamıştım, ama artık döndüm, yeni yazılar tekrar başlıyor. Görüşmek üzere.

Fanatiği olduğumuz markalar

Bazı markalar/ürünler bizi kendilerine o kadar güçlü şekilde bağlarlar ki, rakip markayı denemeyi düşünmeyiz bile.

Peki nedir bunu sağlayan?

Öncelikle, bu ürünler, bizim ihtiyaçlarımızı tam olarak karşılarlar. Mükemmel diyebileceğimiz kalite seviyesine sahiplerdir. Mükemmel maliyet/sağlanan değer oranına sahiptirler. Ayrıca, aklımıza gelmeyen şekillerde bize yenilikler sunar, öncü olduklarını her zaman hissettirirler. En önemlisi de, bizimle bir şekilde duygusal bağlantı kurmayı başarırlar. Bunun yöntemi ve oluşma şekli her kişi ve ürün için farklı olabilir, ama önemli olan bu bağın bir şekilde kurulmasıdır. Bu bağ kurulduktan sonra da, o ürüne veya markaya bağımlı bir fanatik daha ortaya çıkar işte.

Sizin de böyle fanatiği olduğunuz ve rakibini denemeyi bile düşünmediğiniz ürün veya markalar var mı?

Benim fanatiği olduğum bazı markalar: Honda, Canon ve son dönemde Prima 🙂

Tag: , , ,