Hatayı Avantaja Dönüştürmek

Satın aldığınız bir üründe bir problem çıktığında, genelde içinizi bir sıkıntı kaplar. Çünkü, ürün üreticisi şirket ile karşılıklı uzun bir macera yaşayacağınızı tahmin edersiniz hemen.

Gerçekten de, bir çok kurum size ürününü satarken çok sempatik görünmesine rağmen, ürünle ilgili ilk şikayetinizde, farklı bir yüz ile karşılaşırsınız. Ürün sanki kendilerinin değilmiş de, size lütfen hizmet veriyorlarmış gibi bir hava oluşur. Satıcılar genellikle hemen savunma pozisyonlarına geçerek, hatanın üründen değil de, sizden kaynaklandığını anlatmaya çalışırlar. Siz derdinizi anlatmaya çalışsanız da, sizi pek de dinlemezler ve ezberledikleri bazı kalıp cümlelerle size cevap verirler.

Aslında, bu tip durumlar, avantaj elde edilebilecekken, harcanmış fırsatlardır genellikle. Akıllı kurumlar ve satıcılar, bu durumları, kendileri için bir avantaja dönüştürmeyi bilirler. Nasıl mı?

Müşteriyi Dinlemek
Problem durumunda, müşteriler öncelikle karşılarındaki kurumun kendilerini dinlediğini ve hatayı düzeltmek için çaba sarf etmeye hevesli olduklarını görmek isterler. Bu aşamada, hata müşteriden bile kaynaklansa, öncelikle müşterinin söyleyeceklerini dinlemek çok önemlidir. Hatta, çoğu durumda, müşteriler çok kızgın, ve bir an önce problemi çözmek için sabırsız olacaklardır. Bu sebeple, müşteriye probleminin her durumda çözüleceği havasının yaratılması ve güven uyandırılması gereklidir. Bu aşamada yapacağınız en kötü şey, müşteriyi tam olarak dinlemeden, savunmaya geçmenizdir. Hatalı bir ürünle karşılaşarak, zaten yeterince problem yaşamış olan müşterinizi, iyice kendinizden soğutmanıza sebep olacaktır.

Kendinizi Müşterinin Yerine Koyarak, Çözüme Gitmek
Bu aşamada en iyi yöntem, oluşan problemi kendiniz yaşasaydınız, size ne şekilde bir çözüm sunulmasını tercih edeceğinizi düşünmekten geçmektedir. Gerçekten de, eğer bu yöntemle olaya yaklaşırsanız, müşterilerinize çok daha iyi çözümler sunabildiğinizi göreceksiniz. Müşterinize bu aşamada, problemin sizin için önemli bir itibar meselesi olduğunu ve çözümü için elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığınızı hissettirmeniz gereklidir.

Çözümünüz İle Müşterinizi Şaşırtmak
Oluşan problem ile yorgun düşmüş olan müşterinizin, sadece mevcut problemini çözmek, size ekstra bir avantaj sağlamayacaktır. Zaten bu sizin görevinizdir. Mühim olan, bu problemi çözme hızınız ve diğer davranışlarınız ile, müşterinizin beklentilerinin çok üzerine çıkabilmektir. Hatta, sembolik de olsa, müşterinizin gönlünü almak için yapacağınız jestler, müşterinizi çok sağlam şekilde size geri bağlamak için yeterli olabilecektir.

Bir Amazon.com hikayesi!
Amazon.com, nasıl amazon.com oldu diye düşünenlere, kendi başımdan geçen bir hikayeyi anlatmak istiyorum.

Hikaye, amazon.com’un ilk dönemlerinde verdiğim bir kitap siparişi ile ilgili. Kitap siparişlerinde posta ücreti yüksek bedellere vardığı için, ABD’den verdiğim siparişler eğer çok acil değilse, normal posta ile gönderilmesini tercih etmekteydim. Bu tip gönderimler ise, ucuz olmakla beraber vapur ile geldiği için, size ulaşması 2-3 ayı bulabilmekteydi. Yine böyle bir sipariş vermiştim ve sipariş verdiğimi bile aradan geçen zaman içerisinde unutmuştum. Yaklaşık 5 ay sonra bana amazon.com’dan bir e-posta geldi. E-postada kısaca şu söylenmekteydi: Size gönderdiğimiz posta, sebebini bilemediğimiz şekilde bize geri dönmüştür. Siparişinizi ne yapalım? İsterseniz paranızı hemen iade edebiliriz veya hala ihitiyaç duyuyorsanız, kitapları size tekrar gönderebiliriz.

Benim için kitapların gelmesi daha önemli olduğu için, amazon.com’a kitapları tekrar göndermesi yönünde bir mesaj gönderdim ve beklemeye başladım.

Ve şaşırtan hizmet!
Benim bu mesajı göndermemden 1 gün sonra, gerçekten şaşırtan hizmetin ne olduğunu anlayacaktım. 1 gün sonra DHL kitaplarımı adresime getirmişti. Amazon.com, kitaplarımı hiçbir ekstra ücret talep etmeden, en hızlı kurye servisi ile, adresime 1,5 gün içerisinde teslim etmişti. Aslında bunu yapmalarını beklemiyordum, çünkü ilk gönderimde kitapların bana ulaşmaması ile ilgili amazon.com’un hiçbir sorumluluğu yoktu. Ama, amazon.com, bunu bir fırsat olarak görmüş ve zarar etse de gönderiyi DHL hızlı kurye ile yapmıştı.

Sonuç: Sadık ve Reklamınızı Yapan Müşteri
İşte o günden beri, amazon.com’dan verdiğim siparişler ile ilgili çok rahatımdır. Çünkü, bilirim ki, amazon.com için benim problemlerimin çözümü önem taşımaktadır. Gerçekten de, sadık bir müşteri olarak, o zamandan beri amazon.com’dan binlerce dolarlık alışveriş gerçekleştirdim. Üstelik, bu süre içerisinde, bu hikayeyi bütün tanıdıklarıma anlatarak, amazon.com’un da reklamını yapmış oldum.

Bu olayın 1997 yılında geçtiğini ve daha kimsenin CRM, müşterinin değeri v.b. gibi konuları konuşmaya başlamadığını da belirtmekte fayda var sanırım.

Ne dersiniz, sizce de müşterinize bu yatırımı yapmaya değmez mi?

Tag: , , ,

Başarılı Sloganlar

Çok beğendiğim iki slogan ile ilgili birşeyler yazayım dedim.

Nike, Just Do It!

You Can, Canon!

Nike’ın sloganı herkesin aklına ilk gelen sloganlardan biridir herhalde. Canon’un sloganı ise, sanırım daha az dikkat çekti ama, bence hedef kitlesi için o da çok değerli bir mesaj veriyor. Bu iki sloganın da gücü, kendilerini tarif etmeyip, aksine müşterilerini harekete geçirmeyi hedeflemelerinde yatıyor. Yani, müşterisini ateşleyen sloganlar, kullanım değerini tarif ediyorlar. Zaten, müşterinin duygularını harekete geçiremeyen hiçbir slogan veya reklamın bu dönemde başarılı olabileceğini düşünmüyorum (Aşırı duygusal reklamları bu sözümün dışında tutun lütfen, onlar sadece komik olabiliyorlar :-)). Müşteriler günümüzde o kadar çok direkt mesaj ile bombardımana tutuluyorlar ki, artık direkt mesajları dikkate almıyorlar.

Nike’ın bir dönem yaptığı “When do you run lately, just for yourself?” temalı bir reklamı vardı. Yayınlandığı dönemde yoğun bir “jogging” modası olmakla beraber, kim ne için koştuğunu pek de bilmiyordu. Herkes daha sağlıklı olacağını düşündüğü için v.b. seeplerle “jogging” yapıyordu. Beni bu reklam çok etkilemişti, çünkü yine markanın sadece kullanıcısı ile paylaştığı bir değeri ifade ediyordu. Ne için koştuğun önemli değildi, sadece kendin için koşuyor olman yeterliydi.

Canon’un ezeli rakibi olan Nikon’un eski sloganını da ben çok severdim: “We Take the World’s Greatest Pictures“. Buradaki “we”nin, herhalde “nikon ve kullanıcısının” oluşturduğu bir “we” olduğunu söylemeye gerek yok. Ama, bunun da ötesinde, “we”, Nikon kullanan bütün fotoğrafçıları da kapsamakta. Yani, bir taşla, iki kuş. Çok güçlü bir slogan. Nikon’un şimdi kullanmaya başladığı “At the Heart of the Image” sloganınıysa, nedense o kadar sevmedim.

İyi Slogan İçin, İyi Ürün Gerekir
Tabii ki, bu kadar güçlü sloganları kullanabilmek için, markanın kendisinin de bazı özelliklere sahip olması gerekiyor. Çok iddialı sloganların, aynı derecede iddialı ürünler ile desteklenmemeleri durumunda, işe yaraması çok zor. “İyi reklam, kötü ürünü batırır” diye bir söz vardır ya, burada da aynı kural geçerli: sloganınızın yarattığı beklentiyi karşılayamayan bir ürününüz var ise, o ürünü satın alan müşteriye de “elveda” diyebilirsiniz.

Tag: , ,

Bizim Mutfak

Son dönemde ilgiyle izlediğim markalardan biri de Ülker Bizim Mutfak. Eğer dikkat ettiyseniz, market raflarında enteresan ürünleri yer almaya başladı.

Hazır, lezzetli, ucuz yemek!
Özellikle hazır yemek konusunda Türkiye’de ilk defa kullanılan tipteki ambalajları benim dikkatimi çekti. Bu ambalajlarda, yemekler kalınca alüminyum folyo tabaklarda müşterilere sunulmakta. Üstelik ürünün kapağını açtıktan sonra, alüminyum tabağı içinde mikrodalga fırında ısıtabiliyorsunuz (bildiğiniz gibi, normal olarak mikrodalga fırın içine normal bir konserve kutusunu koyarsanız, şimşelerle karşılaşırsınız). Böylece, ürünü ambalajında tüketmeniz mümkün oluyor. Ayrıca, sunulan yemek çeşitleri ilginç ve lezzetli. Ürünlerin fiyatları da makul, etli bir hazır yemeği 3,95YTL ile satın alabiliyorsunuz.

Soyalı ürünler konusunda da, Bizim Mutfak ilginç ürünler sunuyor. Sağlık sebebi ile kırmızı et tüketemeyenler için iyi bir alternatif olan soya etli ürün çeşitlerini ben denedim ve hoşuma gitti.

Ülker Bizim Mutfak’ın yenilikçi ve teknolojik ürünlerinin, diğer gıda üreticilerimize de örnek olmasını diliyorum.

Ülker’in Web Sitesi
Bu arada, Ülker’in web sitesi bana biraz karışık geldi. Detaylı inceledikten sonra belki bu konuda birşeyler yazarım.

Hazır yemek ürünleri ile ilgili detaylı bilgi için tıklayabilirsiniz.

Tag: , ,

Çevre Kirliliği


National Geographic Türkiye’nin Ekim 2005 sayısında bu sabah okuduğum bir yazı beni çok etkiledi. Sizinle paylaşmak için buraya koyuyorum.

Kurban: Laysan albatrosu yavrusu.
Yaşı:
Altı aylık.
Ölüm nedeni:
Midesi dolu olduğu için açlıktan ölmüş.
Mide içeriği: Çakmak, pompa, yemiş kabuklan, mandal, yüzlerce plastik parça.

Albatros bir anne-babanın yavrusunun ağzına çıkardığı yiyecekler sübye, balık ve balık yumurtası olmalı. Erişkinler bu besinleri bulmak için yoğun olarak bulundukları akıntıların okyanus ortasında oluşturduğu helezonlara doğru kilometrelerce uçar. Ancak bu helezonlarda biriken çöpleri de yutar, sonra da yavrularına yedirirler. Yavrular uçmadan önce, normalde içlerinde biriken ve sindiremedikleri diğer organik maddeleri kusar. Şimdilerde, çıkardıkları arasında hemen her zaman çöpler görülüyor. Deniz çöpüyle ilişkili açlık, uçmaya henüz başlamamış yavru kuşlarda başlıca ölüm nedenlerinden.

Tag: ,

cnn.com

Farkettiniz mi bilmem ama, cnn.com‘un sayfalarının tarayıcıda görüntülenmesi çok uzun sürmekte. Bunun da tek nedeni, site sayfalarının açılmadan önce AOL-Time Warner’ın reklam ağı olan ar.atwola.com sitesine bağlanarak, siteye yönlendirilecek reklamların alınması. Internet’te buna benzer birçok uygulama var, ama hiçbirinin sistemi bu kadar yavaş çalışmıyor. Bugün birkaç defa zaman tuttum, sayfanın yüklenmesi tam 26 saniye sürüyor (bir Internet Servis Sağlayıcı’da çalıştığımı ve bağlantı hızımızın pratik olarak elde edebileceğiniz en yüksek hızlardan biri olduğunu da tekrar belirtmekte fayda var). Üstelik bu durum sadece ana sayfa için geçerli değil, bütün açtığınız alt sayfalarda da aynı durum ile karşılaşıyorsunuz.

Internet’te bir sayfanın yarım dakikada açılması çok kabul edilebilecek bir durum değil, hele bu bir haber sitesi ise, durum daha da vahim bir hal alıyor. Ben bu sebepten dolayı, son dönemde cnn.com’u artık çok mecbur kalmadıkça kullanmıyorum. Artık daha çok bbcnews.com‘dan haberleri izlemek bana daha kolay geliyor.

CNN.COM’un bu sebepten dolayı büyük miktarda trafik kaybettiğini tahmin etmek zor değil.
Sanırım cnn.com, AOLTW’ın yüksek zararlarından dolayı işi bilen insanları istihdam etmiyor ve ortaya bu garip durum çıkıyor.

Tag: , ,

Domino’s Pizza ve Peçeteler

Domino’sun pizzalarını çok severim. İtalyan pizzasının yerini tutmasa da, kendi tarzlarında iyi pizzalar yapıyorlar.

Ancak senelerdir Domino’s’un bir türlü değiştirmediği bir huyu var ki, beni hayrete düşürüyor. Siz hiç Domino’sdan eve sipariş verdiğinizde peçete getirtebildiniz mi? Ben getirtemedim. Kısacası Domino’s Pizza, servislerinde hiçbir şekilde peçete dağıtımı yapmıyor. Defalarca farklı restoranlardan verdiğim siparişlerde ve bunu restoran müdürüne bildirmeme rağmen hep aynı sonuçla karşılaştım. Tamam, pizzayı ben de elimle tutarak (peçetesiz) yiyorum, ama işiniz bittiğinde elinizi birşeye silmeniz lazım. Amerikan mantığı şöyle herhalde “bu adam pizzayı zaten eve sipariş veriyor, nasılsa elini bir şekilde temizler”. Ama iş böyle değil ve ben bir keresinde iş yerine verdiğim toplu bir siparişi sırf bu yüzden restorana geri gönderdim. Ama yine de değişen birşey yok, çünkü Amarikan prosedür mantığı ile oluşturulan bu sistemde, sistem dışı birşey talep etmenize imkan yok. Domino’sdan sadece enfes pizzalar alabilirsiniz, başka birşey beklemeyin.

Pazarda baskın lider olan şirketlerin, müşteri taleplerine duyarsız olmasına güzel bir örnek olduğunu düşündüğüm bu konu, tabii ki sadece bir peçete meselesi değil. Bu konu, Domino’sun genel yaklaşımını göstermesi açısından önemli ve Domino’sun liderliğini de daha kaygan bir zemine taşımakta.

Tag: , ,

Faydalı Şeylerin Evrimi


Bugün Farketing bloğunda bir yazıya rastladım ve aklıma sizlere “Evolution of Useful Things” adlı kitaptan bahsetmek geldi. Farketing’deki yazıda, Gilette’in 4 bıçaklıdan sonra, şimdi 5 bıçaklı traş makinelerini de piyasaya duyurduğu konusunda bir yazı vardı (orjinal haber için tıklayın). Ben de Farketing bloguna bu konuda aşağıdaki gibi bir yorum bıraktım:

Bu ne zaman olacak diye bekliyordum, sonunda oldu 🙂 Bu durum bence Gilette’in pazarlama konusunda tıkandığını, katma değer yaratamadığını gösteriyor. Zaten Gilette’in bir reklamı vardı ona da çok gülerdim, 3 bıçaklı makinelerinin kırmızı rengini çıkartmışlar, bununla ve “süper spor” reklamlarla satış arttırmaya çalışıyorlardı.

Bir ürünün gelişimi içinde bu tip denemeler yaşanıyor ve sonra en optimal çözüme geri dönülüyor. Kullanım pratikliğini bozması ve getirdiği faydanın minimal olması açısından, ben 5 bıçaklı makinelerin tutulacağını zannetmiyorum. Optimal çözüm 3 veya 4 bıçaklılar gibi geliyor.

Bu konuda size Henry Petroski’nin “Evolution of Useful Things” kitabını öneririm. Özellikle çatalın gelişimi çok enteresan. İlk çatallar 2 çatallıymış. Sonra 3, 4, 5, 6 ve 7 çatala ulaşmışlar. En sonunda 7 çatala sahip bir tasarımın, ete batırılmasındaki zorluktan dolayı 3 veya 4 çatallı tasarıma geri dönülmüş. Gilette’in de aynı akibeti olacak gibi geliyor bana 🙂

Kısacası, eğer günlük hayatta kullandığımız başka eşyaların da tarihi gelişimini merak ediyorsanız, bu kitabı okumanızı öneriririm. Amazon’dan sipariş için tıklayın.

Tag:

Motosiklet kullanın, ömrünüz uzasın!

Özellikle son günlerde, motosiklet kullandığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu günlerde İstanbul’un trafigi dayanılmaz bir hal aldı. Açıkçası, hergün otomobille işine gidip gelmeye çalışanlara acıyorum, ben buna katlanamazdım.

Her yıl boşa geçen 48 gün!
Ben sadece motosiklet kullandığım için günde ortalama 1 saat daha az trafikte geçiriyorum. Bakalım bu 1 saatin anlamı neymiş:

-Ortalama olarak uyanık geçirdiğimiz sürenin %6’sı demek.
-İş dışında geçirdiğimiz uyanık sürenin %16’sı demek.
-Başka bir deyişle, yılda toplam 15 tam gün (24 saatten) demek.
– Yılda toplam iş dışında geçirdiğimiz uyanık süre cinsinden, 48 gün demek. Yani 48 günlük iş dışı zaman demek.

Yukarıdaki gibi yorumladığınızda, trafikte boşa geçirilen zamanın ne kadar büyük boyutta olduğunu daha iyi anlıyor insan.

Kompleksleri bırakın, motosiklet kullanın!
Ben özellikle birçok üst düzey yöneticinin, vakitleri bu kadar değerliyken, trafikteki otomobillerinin içinde geçirdikleri bu zamanı nasıl kabullendiklerini anlayamıyorum. Avrupa’da benim tanıdığım bir çok üst düzey yöneticinin günlük yaşamlarının ayrılmaz bir parçası motosiklet. Bizim ülkemizde ise, motosiklet kullanımı ile ilgili bir imaj problemi olduğunu görüyorum. Varlıklı olmanın tek göstergesi lüks ve büyük otomobil olarak görülüyor sanki. Hatta, motosiklet kullananların bir kısmında da bu sıkıntı var genelde. Herkes kendi ihtiyacına en uygun olanı değilde, en büyük/lüks motosikleti almaya çalışıyor. Bunun sonucunda da, neredeyse sadece şehir içinde kullanılan, 1200cc hacimli motora sahip motosikletleri etrafımızda görüyoruz. Halbuki, birçoğuna makul ölçülerde bir scooter aslında yeter. Aman karizma çizilmesin 🙂

Karizmamızı kişiliğimizle, davranışlarımızla ve yaptığımız işin kalitesi ile ifade ediyor olmamız gerektiğini ve artık başkaları için değil de, kendimiz için yaşamamız gerektiğini düşünüyorum.

İstanbul’da toplu taşımanın yaygınlaşması için önemli adımlar atılsa bile, bu adımların sonuçlarının alınması içinen az 3-5 yıl, muhtemelen 10 yıl gibi bir süre gerekmekte. Bu süre boyunca, otomobil sayısının ve kullanımının artmaya devam edeceğini varsayarsak, şehiriçi trafiğin kısa sürede tamamen kilitlenmesine de az zaman kaldığını gerekmekte.

Motosikletten korkmayın!
Ben 4-5 yıldır, yaz/kış motosiklet kullanmaya devam ediyorum. Geçtiğimiz yıl sadece 10-15 gün, yol üzerinde kar/buz olduğunda motosikletimi kullanmadım. Motosiklet kullanmanın güvensiz olacağını düşünüyorsanız, bunun sizin davranış şeklinize de bağlı olduğunu unutmayın. Eğer, direksiyon başında kendinize hakim olabilen, sakin bir yapınız varsa, motosiklet kullanabilirsiniz. Her zaman kask ve diğer güvenlik malzemesini kullanmanız gerektiğini unutmamak şartı ile tabii.

Tag:

Taklit Edin!

Bir web sitesi oluşturmaya başlamak, çoğu zaman gerçekten zor bir iştir. Çok iyi şekilde beklentilerinizi belirleyip, bu beklentiler doğrultusunda sıkı bir çalışma gerçekleştirmeniz gerekir. Çoğu zaman, işe nereden başlayacağınızı belirlemekte zorlanırsınız.

Taklit ederek bu konuda çok kısa sürede, büyük yol katedebilirsiniz!

Biz taklitçi değiliz!
Şimdi çoğunuz bunun etik olarak yakışık olmayacağını aklından geçiriyordur. Ülkemizde taklitçilik genellikle kötü algılanır. Ama, aslında, burada mühim olan, taklidi nasıl yaptığınızdır. ‘Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok’ diye bir laf vardır. Ben bu lafı çok severim. Çünkü gerçekten de, bir işi sıfırdan yapılandırmaya çalışmak, aslında çok fazla vakit ve emek gerektirir. Günümüzde vakit çok değerli ve bir işi çok hızlı yapmadığınız taktirde, o işten fayda elde etme ihtimaliniz de azalmakta. Bunun en iyi yolu da, başkalarının tecrübelerinden, en akılcı şekilde faydalanmaktan geçmekte. Hemen hemen her alanda, sizin yapmayı düşündüğünüz web sitesine benzer birden fazla web sitesinin başkaları tarafından yapılmış olması kaçınılmazdır. Yapmanız gereken, sizin bunların arasından en iyilerini inceleyerek, kendi ihtiyacınıza en uygun özellik karmasını içeren yapıyı oluşturmanızdır. Tabii ki bu da kolay bir iş değildir, ama, sıfırdan yapmaya oranla, işinizi çok daha kısa sürede bitirebilmenizi sağlayacaktır. İşte bu konuda size bir yol haritası:

– Öncelikle genel olarak web sitenizin ne konuda olacağı ve hangi fonksiyonları yerine getirmesi gerektiğine kabaca karar verin.

– Bu konuda, sektör lideri olan kurumların veya çok ziyaret edildiğini bildiğiniz web sitelerinin bir listesini oluşturun. Eğer bu listeyi oluşturmakta zorlanıyorsanız, bu konuda bilgili arkadaşlarınıza danışabilirisiniz. Yakınlarınızın aynı konuda özellikle kullandıkları web sitelerini öğrenebilirsiniz. Kısacası bu aşamada, hızlı/pratik bir pazar araştırması yapmanız gerekmekte.

– Eğer düşündüğünüz konuda Türkiye’de iyi bir örnek bulamadıysanız, yurtdışındaki iyi örnekleri araştırmayı unutmayın. Hatta her durumda, yurtdışındaki iyi örnekleri araştırın, çünkü çoğunlukla Türkiye’deki örnekler türlerinin en iyileri olmayacaktır.

– Seçtiğiniz örneklerin hepsindeki site yapılarını, içeriği ve fonksiyonelliği inceledikten sonra, sizin için önemli olanlarını içeren bir navigasyon/içerik planı oluşturun. Planınızı oluştururken, incelediğiniz sitelerin neden başarılı oldukları konusunda yorum getirmeye çalışarak, fonksiyonlar ile ilgili ‘olmazsa olmaz’, ‘olsa iyi olur’ ve ‘gerekirse kullanılabilir’ gibi kategorizasyon yapmanız, daha sonraki işlerinizde kolaylık sağlayacaktır.

– Görsel tasarım konusunda, en iyi özelliklerle ilgili notlarınızı alın. En beğendiğiniz siteleri ve neden beğendiğiniz konusunda kısa notlar alın.

Bütün bu çalışmalarınızı yaptıktan sonra, notlarınızı ve beklentilerinizi özetleyerek, web sitesini üretecek olan ekibe iletebilirsiniz. Ayrıca bu ekibe, referans olarak hangi web sitelerini daha çok beğendiğinizi iletirseniz, yapılacak sitenizin de hayalinizdekine en yakın şekilde oluşturulması mümkün olabilecek ve gerisi üretim ekibinin yeteneklerine kalacaktır.

Taklit OK, Çalmak değil!
Tabii ki bunları yaparken, taklit etmenin, telif haklarını ihlal edecek şekilde bir ‘çalma’ operasyonuna dönüşmemesi gereklidir. Hatta, telif haklarını ihlal etmese bile, başka bir web sitesinin çok benzerini üreterek, itibarınıza ne kadar katkıda bulunabilirsiniz ki? Mühim olan, yaptığınız incelemeler ve planlama sonucunda, size özgü olduğunu kimsenin yadsıyamayacağı, doğru sentezi oluşturmaktır.

Tag: , ,

Yurtsever Benzin: BioBenzin

Petrol Ofisi’nin bioetanollü BioBenzin’i, Türkiye’de ilk defa gerçekleştirilen bir uygulama. Böyle yenilikçi bir uygulamayı PO’nun gerçekleştrimesi çok güzel. Ancak, benim yapılan reklam kampanyalarında birşey dikkatimi çekti. Reklamlarda, bu ürünün ne kadar yurtsever olduğundan bahsediliyor, fakat, hangi araçlarda ne şekilde kullanılacağından bahsedilmiyor. Tahminim birçok tüketicinin kafasında bu soru işareti belirmiştir: “Acaba ben bu benzini aracımda kullanabilir miyim? Bir zarar verir mi?” diye.

Bence, iletişimde bununla ilgili bir açıklama olması gerekliydi. Bu ürünü bütün araçlar problemsiz kullanabilir mi? PO bu konuda nasıl bir garanti veriyor? Araç üreticileri bunu onaylıyor mu?

Ben yukarıdaki soru işaretleri sebebi ile, bu benzini kullanmakta tereddütteyim.

Bu tip yeni ürünlerde, reklam kampanyasını hazırlayanların da, kendilerini müşteri yerine koymaları çok önemli. PO’nun bu konuya açıklık getirmesi, satış problemleri yaşamaması için gerekli. Sadece pompacının söylediği “bütün araçlara koyuyoruz, bir problem yaşamadık” sözü ile bu iş olmaz.