Müşteri’nin değeri

Bankalarda gişe sırası beklerken aklımdan geçen bir şey vardır hep: Banka şubesinin çaycısı, personele çay dağıtır, ama beklemekte olan müşteriye bir şey sunulmaz (müşteri temsilcisi ile görüşmeleri saymıyorum). Bu bana çok enteresan gelir. Çoğu durumda tanıtım ve reklama milyonlarca YTL veya USD ayıran bu kurumlar, müşteri şubeden içeri girdiğinde, aynı cömertlik ve samimiyetle davranmazlar nedense. Hatta bugüne kadar uğradığım şubelerde bir su pınarına bile rastlayamadım. Belki benim bilmediğim uygulamalar vardır.

Ben bu tip detayların, müşteriye verilen gerçek değeri daha iyi ifade ettiğini düşünüyorum.

ABD’deki iki farklı uygulama, bana enteresan geldi.

Birincisi, banka şubelerinin cafe yapısında tasarlanması. Bu şubelerde, müşteri nerdeyse bir Starbucks veya Gloria Jeans şubesine benzer bir ortamda karşılanıyor. Çok yaygın ve her durumda uygulanavbilir olmasa da enteresan bir yaklaşım (Umpqua Bank).

Diğeri ise, hazır giyim mağazalarındaki bir uygulama. Çoğu durumda, karı-koca çıkılan alışverişlerde erkekler mağazada biraz sıkılırlar, kadınlar ise, kocaları yanlarında olduğu için, istedikleri kadar rahat alışveriş gerçekleştiremezler. İşte bunu düşünen bir perakendeci (Urban Outfitters) mağazalarda erkeklerin oyalanabileceği köşecikler yaratmış. Bu köşelere, çok kanallı TVler ve PlayStation yerleştirmişler. Rahat bir ortam olarak tasarlanan bu köşeler, bence eski problemlere müşteri gözü ile yaklaşınca,çok kolay çözüm bulunabileceğinin bir kanıtı.

Merak ediyorum, şubelerde gişe sırası bekleyen müşterilere de çay/kahve servisi yapmak, bankanın bu işe yapacağı yatırımı geri kazanmasını sağlar mı, yoksa boşa bir çaba mı olur? Ben bu yatırıma değeceğini düşünüyorum. Siz ne dersiniz?

Tag: , , ,

Köprüdeki bayrak

Haber: Boğaziçi Köprüsü’ne asılan bayrağı Fenerbahçeliler indirmiş!

Buna kimsenin şaşırdığını zannetmiyorum, beklenen bir durumdu. Kamuya ait olan bu bina üzerinde, özel bir kulübün bayrağının işi ne? Galatasaray Kulübü’nün Türkiye’de milyonlarca taraftarı olması böyle bir hak mı doğuruyor?

O zaman, TBMM’den de baştan aşağı GS bayrağı sallandıralım, arada pek de bir fark yok. Veya çok büyük bir ihracat işi gerçekleştiren şirketin logosunu köprüye asalım, buna ne dersiniz? Bu nasıl iştir?

Ayrıca, kimsenin diğer takım taraftarlarını bu şekilde tahrik ve taciz etmeye hakkı yok. Herkes kendi özel mülkünde istediğini yapabilir, ama kamuya ait binalarda değil.

Fırın düğmesinin düşündürdükleri


Burada sadece pazarlama ile ilgili değil, bazen de bir müşteri olarak yaşadıklarımla ilgili düşüncelere de yer veriyorum. İşte böyle bir yazı daha!

Daha önce de fırınlar konusunda bir yazım olmuştu (Fırın Saatleri). Bu yazımdan bir süre sonra, evimizde 3-4 senedir kullanmakta olduğumuz ocaklı fırının, fırın sıcaklığını ayarlamaya yarayan düğmesi elimizde kalmıştı. Arçelik servisinden aynı düğme olmasa da, benzer bir düğmeyi bularak kırılan düğmeyi değiştirmiştik. Bunun istisnai bir durum olabileceğini düşündüğümüz için, olayın pek de üzerine durmamıştık o zaman. Ama geçtiğimiz gün, bu sefer, ocaklardan birine ait olan diğer bir düğme de aynı şekilde elimizde kaldı. Demek ki, kırılan diğer düğme de istisnai bir durum değildi ve ortada bir problem vardı.


Bize Türk ürünü kullanmak için cesaret verin!
Geçmişte bir süre beyaz eşya sektöründe çalışmış bir insan olarak, bu ürünlerin üretiminde ne kadar çok insanın emeği olduğunu biliyorum. Ayrıca, beyaz eşya üreticilerimizin 90’lı yıllarda yaptıkları yatırımlarla, dünyanın en büyük ve modern üretim tesislerine sahip üreticileri arasına girdiğini de biliyorum. Bu sebeple, çok yakın geçmişe kadar, çevremdeki insanları Türk markalı (Türkler’in sahip olduğu şirketlere ait) beyaz eşya ürünleri almaları konusunda teşvik ederdim. Çünkü, genellikle yabancı markalara hayran olan insanımız, Türk yatırımcıların bu alana yaptıkları yatırımlardan ve gelişimden pek de haberdar değildi. Kendim de mümkün olduğunca bu ürünleri satın almaya çalışırdım.

Ama aradan geçen yıllarda, beyaz eşya sektöründe o yıllarda gerçekleştirilen bu atılımların, ürün kalitesine tam olarak yansıyamadığını da üzülerek görmeye başladım. Bunun farklı nedenleri olabilir, ama ortada net olan bazı konular var:

– Yerli markalarımız, ürettikleri ürünlerdeki detay malzeme, işçilik ve tasarım kalitesine gerekli önemi vermiyorlar. Özellikle plastik parçaların üretim kalitesinde önemli problemler var.
– Ürünler, kullanıcı davranışı düşünülerek tasarlanmıyor ve kısa sürede problem oluşturabilecek tasarım hataları içeriyorlar.
– İhracat için üretilen ürünler farklı ele alınabiliyor, malzeme ve işçilik kalitesine daha çok dikkat edilebiliyor.

Türk tüketicisine biraz saygı gösterin!
Yerli markalarımızın, kendi aralarında ve yabancı sermayeli markalarla büyük bir rekabet içinde oldukları bir gerçek. Bu rekabet içinde, bazı durumlarda, üretilen ürünün en ucuz fiyata piyasaya sürülebilmesi de önem taşımakta. Ama, bu fiyat rekabetinin, ürün kalitesine yansıması, nesiller boyunca bu markaları kullanan tüketiciye de yapılmış bir saygısızlık. Benim Türk sermayesine bu alandaki desteğim, üst üste yaşadığım ve yaşandığına şahit olduğum kötü örneklerden sonra devam etmeyecek. Ben artık, paramın karşılığını en iyi veren ürünü, yabancı sermaye ürünü de olsa tercih etmek durumundayım. Kısaca gerçekte olmam gereken Homo Economicus‘a bir dönüş yaşıyorum!

Küçük detaylar, büyük farklar yaratıyor!
Önemli işler başaran, ve bu kadar büyük yatırımlara imza atan yerli marka üreticilerimizin, küçük detaylara dikkat etmeyerek (veya küçük hesaplar peşinde koşarak) hem kendilerine, hem de ülke ekonomisine zarar vermeleri kabul edilemez bir durum. Bir mühendis olarak biliyorum ki, bugün kırılarak elimde kalan bu fırın düğmesi, farklı bir plastik malzemenin seçilmesi ve/veya daha iyi bir tasarım ile, çok daha uzun süre en iyi şekilde kullanılabilirdi, üstelik bu değişikliğinin maliyeti, toplam maliyet içerisinde inanılmaz küçük bir artış yaratırdı. Ama bunun için önce ürettiğin ürüne özen göstermen, ayrıca, bu ürünü kullanacak olan tüketiciye saygı duyman gerekmekte. Umarım dünya çapında marka olduklarını bangır bangır reklamlarında duyduğumuz bu markalarımız, Japonlar ile reklamlarında “direct-drive/direct-drive” diyerek dalga geçmeyi bırakır ve kısa bir gelecekte daha özenli ürünler üretmek için akıllarını başlarına alırlar.

Önemli Not: Bu Arçelik’in konu olduğu bir kaç yazımdan biri oldu. Bundan dolayı benim bir Arçelik düşmanı olduğum zannedilmesin. Aksine, bütün bu problemli ürünlerine rağmen, çocukluğum boyunca bu marka ile büyümüş bir insan olarak, Arçelik markasına hala sempati duyuyor ve başarılı olmasını istiyorum. Ama bir tüketici olarak, bahsettiğim konularda net değişiklik görmediğim sürece, Arçelik artık benim tercih ettiğim bir marka olmayacak.

İlgili diğer yazılar:
Fırın saatleri
Bir Arçelik macerası

Tag: , , , , ,

Hurriyet.com.tr TV reklamı üzerine

Hurriyet.com.tr TV reklamını gördüğümde aklımdan geçenleri sizlerle paylaşmak istedim. Reklam eğlenceli, sevimli bir yapım olmuş. Ama bu reklamın hurriyet.com.tr web sitesini ifade eden bir reklam olduğunu düşünmüyorum. Reklamı gördüğünüzde, hurriyet.com.tr’de “hip“/”trendy” bir tasarım ve içeriğe ulaşacağını düşünüyor insan. Ama siteye girdiğinizde, karşılaştığınız durum hiç de öyle değil; fazla bir kişilik ve tarz barındırmayan bir tasarım ile karşılaşıyorsunuz.

Reklamı reklam olarak görmek yanıltabilir
Bir reklamın kendi başına iyi bir reklam olması, yaratacağı etki açısından bir önem taşımayabilir. Yani, çok güzel bir reklam yaparsınız, ama reklamını yaptığınız ürün, reklamda bahsedilen gibi değilse, fayda yerine size zarar da verebilir. Bunu engelleyebilmek için, reklam ajanslarına iş veren müşterilerin de sorumluluk alması gerekmekte. “Parasını veriyoruz, her şeyi ajans yapacak!” yaklaşımı, başarısız kampanyaları da beraberinde getirmekte. Veya, reklam ajansını bir üst varlık olarak görüp, bütün pazarlama startejisini bu kurumun eline teslim edenlere ne demeli?

Hayır, reklam ajansınız bir üst varlık değildir. Ve reklamın ortaya çıkmasında, ajansın olduğu kadar, müşteri olarak sizin de göreviniz vardır. Çünkü, ürünü ortaya çıkartan ve en iyi tanıyan taraf olarak, pazarlama stratejisinden, ve gerçekleştireceğiniz her türlü pazarlama aktivitesinin etkinliğinden, müşteri olarak öncelikli olarak siz sorumlusunuz. Reklam ajansınızın doğru hedef kitle için, doğru ürün imajı içeren reklamlar oluşturabilmesi, ancak sizin bu prosese aktif olarak katılımınız ve gerekli yerlerde müdahalelerde bulunmanız ile mümkün olacaktır.

Bu arada, kendi kurumsal kimliklerini iyi yansıttığını düşündüğüm bir kaç gazete web sitesi:

The New York Times
Guardian
Financial Times
The Wall Street Journal

Tag: , , , ,

inoksan.com.tr


Geçtiğimiz gün mutfak malzemeleri ile ilgili bir araştırma yaparken, sektörün öndegelen şirketlerinden İnoksan‘ın sitesini de ziyaret edeyim dedim. Ürünler bölümünde gördüğüm manzara beni rahatsız etti, yukarıdaki resimde gördüğünüz gibi, ürünler ile ilgili bilgiler, her ürün için ayrı PDF dosyasında olacak şekilde ilgili sayfada listelenmekteydi (link). Yani, ürünler ile ilgili bilgi almanızın tek yolu, bu dosyaları Acrobat Reader ile açarak bakmanız. HTML olarak ürün bilgisi sitede yer almamakta.

Bu konuda çok uzun yazmayacağım. Sebebi kimdir, İnoksan mı, yoksa ajansı mı bilmiyorum, ama benim bildiğim, bu site sektöründe lider kurumlardan biri olan İnoksan’a yakışmıyor. PDF dosyaları, ürün broşürlerinin web’den dağıtımı için iyi bir olanak sağlıyor, ancak web sayfanızdaki temel bilgilerin, HTML yorumlayan her tarayıcıda, ek bir programa gerek kalmadan görüntülenebilmesi ve PDF’in, temel değil, destekleyici bir format olması gerekmekte.

Bu konudaki detaylı yazım Web Sitelerinde Dosya Kullanımı‘na erişmek için tıklayın.

Not: Bu yazı 22 Mayıs 2006 tarihinde yazılmış bir yazıdır ve İnoksan web sitesinin o tarihteki durumuyla ilgili eleştirileri içermektedir. İlgili web sitesinde aradan geçen zaman zarfında güncellemeler yapılarak, yazıda bahsedilen eksiklikler giderilmiştir.

Tag: , , , ,

Döndüm!

Geçen haftaki yurtdışı seyahatim ve 19 Mayıs tatili nedeniyle epeydir yazı yazamamıştım, ama artık döndüm, yeni yazılar tekrar başlıyor. Görüşmek üzere.

Fanatiği olduğumuz markalar

Bazı markalar/ürünler bizi kendilerine o kadar güçlü şekilde bağlarlar ki, rakip markayı denemeyi düşünmeyiz bile.

Peki nedir bunu sağlayan?

Öncelikle, bu ürünler, bizim ihtiyaçlarımızı tam olarak karşılarlar. Mükemmel diyebileceğimiz kalite seviyesine sahiplerdir. Mükemmel maliyet/sağlanan değer oranına sahiptirler. Ayrıca, aklımıza gelmeyen şekillerde bize yenilikler sunar, öncü olduklarını her zaman hissettirirler. En önemlisi de, bizimle bir şekilde duygusal bağlantı kurmayı başarırlar. Bunun yöntemi ve oluşma şekli her kişi ve ürün için farklı olabilir, ama önemli olan bu bağın bir şekilde kurulmasıdır. Bu bağ kurulduktan sonra da, o ürüne veya markaya bağımlı bir fanatik daha ortaya çıkar işte.

Sizin de böyle fanatiği olduğunuz ve rakibini denemeyi bile düşünmediğiniz ürün veya markalar var mı?

Benim fanatiği olduğum bazı markalar: Honda, Canon ve son dönemde Prima 🙂

Tag: , , ,

İlgi: Fiat’in Yeni Logosu


“Fiat’ın Yeni Logo’su” başlıklı yazıma, Sayın Atilla güzel bir yorumda bulunmuş. Ben de ona konuyla ilgili fikirlerimi bir yorumla ilettim. Size kolaylık olması için, ilgli yazıları aşağıya kopyalıyorum.

“Fiat’ın Yeni Logo’su” yazıma ulaşmak için tıklayın.

atilla said…

“Sanırım şu andaki logolarından daha güzel ve geçmişle uyumlu oldu, ne dersiniz?”

tamamen göreceli bir durum. ve ben yaptım oldu ile bu işlerin olmayacağını sizler daha iyi biliyorsunuzdur. fiat ile ilgili eleştiriyi yaparken keşke daha iyi bir araştırma yapsaydınız. yeni logonun bir manifestosunu var, onları da okusaydınız. tamam tüketici bilmez ama siz baksanız ve ona göre değerlendirseydiniz eminim daha güzel bir yorum yapardınız.

kaldı ki önerdiğiniz fiat logosu fiat’ın logo sürecinde belki ilk logo olabilirdi. çünkü sizin verdiğiniz ups logosunu da incelersen son logo, kuruluşlar arasında bu ara oldukça rağbet gören 2d’den 3d’ye geçiş özelliği taşıyor. bu değişikliği son olarak biliyorsunuz vadofone yaptı. bir de fiat’ın logosuna bakın zaten eski logo 3d anımsatıyor. ve son yapılan yuvarlak logo’da 3d. sizin önerdiğiniz ?

saygılar.

3:48 PM
Serdar Öner said…

Merhaba Sn. Atilla,

Fiat logosunun geçmişini ben de biliyorum. Yorumunuz üzerine bu konuda daha uzun bir yazıya da blogumda yer vereceğim. Ancak, buradan en azından şunu söylemek istiyorum ki, benim yaptığım logo tamamen eğlence amaçlı ve amatör bir işti. Üstelik bunun yazımda belirttiğim gibi, mükemmel bir tasarım olduğu konusunda bir iddiam yok. İyi bir grafik tasarımcı, bunun çok gelişmiş 3D versiyonunu da kısa sürede üretebilir. Ancak, benim söyleyeceğim şudur: Fiat 1965’e kadar kullanıp, daha sonra terk ettiği logosuna dönüş yapmış durumda. Üstelik, yeni olduğu iddia edilen tasarım da, 1965’dekinden neredeyse görülebilir bir fark içermiyor. Üstelik daha o günlerde de 3D bir görüntüye sahipmiş, yani 3D görüntünün günümüzdeki görsel anlayışa uyum için yapılmış olduğu konusunda da şüphelerim var. Tüm başarılı/güncel logoların 3D olması gerekliliğine de inanmıyorum. Ayrıca, Fiat yıllar içinde logo rengine de karar verememiş, bir kırmızı, bir mavi olmuşlar (herhalde kardeşleri Ferrari’ye özendiler :-))
Logonun hikayesi için tıklayın

Sonuç olarak, bu göreceli bir iştir diyorsunuz, doğrudur. Ben de göreceli şekilde yeni Fiat logosunu beğenmedim. Fiat logosu konusunda kararsız kalmış gözüküyor, bunun müşteri tarafında güvensizlik yaratacağı fikrindeyim. Yeni logonun, kurumlarına ve markalarına yeni bir şey kattığına inanmıyorum. UPS’in yeni logosu ise bence kendisine çok şey katıyor.

Görüşlerinizi ilettiğiniz için teşekkürler. Saygılar.

4:50 PM

UPS logosunun gelişimi

Ben bu logo konusuna biraz takmış durumdayım. İşte size bugünkü konu 🙂

UPS logosunun zaman içindeki gelişimi, bence bir logonun şirket kimliği ile uyumunu kaybetmeden, aynı zamanda da dönemin görsel tasarım anlayışına uyum sağlayarak nasıl değişebileceğinin başarılı bir örneği.

Düşünün bir kere, UPS logosunu değiştirmese ve 1920 veya 1937’deki tasarımı kullanmaya devam etseydi, ne derecede başarılı olarak algılardık? Hatta, 1961’deki tasarımın bile, son yıllarda geçerliliğini kaybetmeye başladığını söylemek yanlış olmaz. Bence UPS bunu görerek, son derece başarılı bir değişimi gerçekleştirmiş.

Konuyla ilgili, ilginizi çekebilecek diğer yazılar:

Dinamik Logo Olur mu?

Fiat’ın Yeni Logosu

P&G ve Danone Amblemleri

Vitra ve Artema’nın logoları daha yeni değişmemiş miydi? (A. Selim Tuncer)

Tag: , , , ,

Değişen İstanbul

İstanbul bence son yılların en büyük değişimini gerçekleştiriyor. Yıllardır ilk defa sabahları işe gelirken etrafımda güzel bir şeyler görmeye başladım. Evet lalelerden bahsediyorum. Çok basit gibi görülebilecek bu uygulama, bence İstanbul’un yönetimi ile ilgili önemli bir değişikliği ifade etmekte. İlk defa İstanbul için marka ve imaj yatırımı yapılmakta. İlk defa bu şehrin insanlarına, insan olarak değer verilmekte. İlk defa bu insanların ruhunu da rahatlatacak bir şeyler yapılmaya çalışılmakta.

Tabii ki sadece laleler değil bu sözleri söylememe sebep olan. Örneğin yapılan yeni kaldırımlar. Aslında İstanbul çok kaldırım gördü, ve her yeni kaldırım yapılışında da ben ilgili belediye başkanının kulağını okkalı küfürlerle çınlattım. Çünkü yapılan her kaldırım, eskisinin hemen hemen aynısıydı ve sadece seçim yatırımı, gözboyamak veya birilerinin cebini doldurmak için, düşünülmeden yapılan işlerdi. Sökülen 50cm yüksekliğindeki, çirkin moloz kaldırımların yerine, 50cm yüksekliğinde yeni çirkin moloz kaldırımlar yapılır ve sanki çok önemli bir iş yapılıyormuş gibi sarı beyaz boyanırdı! Yani, insanlar salak yerine konulurdu.

Yeni yapılan kaldırımlar ise, atletik yapılı olmayan veya yaşlı insanların da çok kolay şekilde adım atabileceği yükseklikte. Üstelik beyaz-sarı boyanmamasına rağmen, çok daha estetik ve düzgün yapıdalar. Kısacası, olması gerektiği gibiler.

Ayrıca, yeni alınan belediye otobüslerinden de bahsetmek istiyorum. Senelerdir kullanmak zorunda olduğumuz, kalitesiz, dökük, dumanı ile çevreyi son derece fazla kirleten Ikarus otobüslerden de kurtuluyoruz yavaş yavaş. Yeni Mercedes otobüsler, insanların, insanca seyahat etmesine olanak tanıyan yapıda, temiz, modern ve çevreyi çok daha az kirletmekteler.

Çözümü çok daha zor olan trafikle ilgili de, gördüğüm kadarı ile yeterince iyi niyetli ve düşünülerek çözüm üretilmeye çalışılmakta. Burada da adil olmak lazım. Bugün artık durma noktasına gelen şehiriçi trafikte, şu andaki belediyeden çok, yıllardır taş üstüne taş koymamış geçmiş belediye başkanlarının çok daha fazla rolü var.

İstanbul referans bir dünya kenti mi?
Bu yazıyı aslında bir pazarlamacı olarak değil, bu şehirde yaşayan bir İstanbullu olarak yazdım. Ama, işe bir de İstanbul’un pazarlaması açısından bakarsak, önemli eksiklerin yavaş yavaş giderildiğini görmekteyiz. Eskiden her yurtdışı seyahatimden sonra İstanbul’a döndüğümde içimi sıkıntı kaplardı. Birden bire izbe, karanlık bir havaalanına inerdiniz, sokağa çıktığınızda karanlık, duman altında bir şehirle karşılaşırdınız. O zaman hep şunu düşünürdüm “Ben bir Türk ve İstanbullu olarak bunları hissediyorsam, ülkemize diğer ülkelerden, yaşadıkları temiz şehirlerden gelenler ne hissediyorlardır kim bilir?” Ve o zaman, binlerce yıllık tarihi olan, inanılmaz enteresan bu şehre yeterince iyi bakamadığımızı ve haksızlık ettiğimizi düşünür, üzülürdüm. Kendi kendime hep şunu sorardım “Acaba 1453’te olaylar bu şekilde gelişmeseydi de, İstanbul bir Avrupa kenti olarak kalsaydı bu halde mi olurdu?”

Neyse ki, artık yurtdışından dönüşlerde bunu hissetmiyorum. Atatürk Havalimanı’nın, dünyadaki benzer modern havaalanlarından bir eksiği yok. Pırıl pırıl, temiz bir ortamda ülkemize giriş yapıyorsunuz. Ben bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Nasıl ki bir insanla ilk tanıştığınızda kılık kıyafeti size bir şeyler anlatırsa, şehirler de ilk intibayı havaalanları, limanları ve garları ile vermekteler. Biz ne kadar “Avrupalıyız, bizi de AB’ye alın artık” desek de, gündelik yaşamdaki bu farklılıkların devam etmesi halinde, eski Avrupalılar’ın bizi Avrupalı olarak algılamaları çok zor olacaktır. Yanlış anlamayın, İstanbul veya Türkiye Avrupalılar tarafından çok enteresan ve ilgi çekici olarak algılanabilir, turist olarak ülkemize milyonlarcası gelebilir, ancak, kendimizin onlardan biri gibi algılanmasını istiyorsak, günlük yaşamda da ortalama Avrupa standartlarına yaklaşmamız gerekmekte.

Biraz dağınık bir yazı oldu ama, özet olarak şunu söylemek istiyorum: İnanılmaz tarihi ve kültürel değerlere sahip bu şehir için, artık marka yatırımı yapmanın zamanı geldi. Bunu görebilenleri tebrik, takdir edip, destek olmak lazım. “Laleler kısa ömürlüymüş, solacakmış. Bunlar da kim bilir kimleri zengin etmiş. Harcanan paralara yazıkmış” Bunlar beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren, günlük yaşamda temiz, insanı rahatlatan bir ortamda yaşamak. Bugüne kadar da aynı vergiyi ödemedik mi? Karşılığında ne aldık? Her seçim döneminde yenilenen uyduruk kaldırımlar. En azından şimdi gözümüz birkaç güzel çiçek görmekte. Üstelik şehrin imajına da, o lalelere harcanan paradan çok çok fazla değerde katkıda bulunulmakta. Ben bunu görüyor ve düşünüp emek harcayanlara teşekkür ediyorum.

Not: İstanbul Belediye’si ile hiç bir bağlantım yoktur. Bu yazıyı sadece bir İstanbullu olarak yazdım.

Tag: , ,