Sinemalar ile ilgili bir (de benden) yazı

Farketing blogunda gördüğüm “Sinema salonları boş mu kalmalı?” başlıklı yazı, benim de birçok defa düşündüğüm bir konuyu aklıma getirdi. Biraz kopya çekerek de olsa, ben de aklımdan geçenleri yazayım dedim. Can bey yazısında özetle, sinema salonlarında uygulanan fiyatların, talebe göre belirlenmesi ve böylece, boş salonların daha fazla doldurulabilmesi konusuna değinmiş. Benim aklımdan geçense hep şu olmuştur: Ülkemizdeki salonlarda, salonun neresinden bilet alırsanız alın, aynı ücreti ödersiniz. En arka, orta veya en ön sıra olması fiyatı değiştirmez. Halbuki, birçok durumda, insanlar, sinemanın iyi koltukları için, daha fazla para ödemeye razıdırlar. Aynı şekilde, parası biraz az olan kişiler de, filmi nispeten daha kötü bir koltuktan da izlemeye razı olabilirler. Mesela sinemada en öndeki koltukların %80-90 durumda boş olduklarını görürüm, bu koltuklar ancak çok önemli gala günlerinde v.b. dolarlar. Bu şartlarda bu koltukların dolma ihtimali de bence pek yoktur zaten, çünkü sinemaya biraz geç ulaştığı için insanlar filmi 1. sıradan, boyunları tutularak ve diğerleri ile aynı ücreti ödeyerek seyretmek istemeyecekler, bunun yerine ya başka filme gidecekler veya bir sonraki seansı bekleyeceklerdir. Ama bu koltukların fiyatı normalden daha düşük olsa, en azından bazı kişiler, bu eziyetin bedelinin ödendiğine ikna olup, satın almayı düşünebilirler.

Sinemacılar ise, normal zamanda bu koltukları dolduramamanın rahatsızlığını yaşamazlar. Veya, en iyi bazı koltukları premium bir fiyata satabilecekken ve sinema ağzına kadar dolu da olsa, aynı fiyattan satışa devam edilir.

Bir problem de sinemalardaki reklamlar ve ücretler
Son dönemde artık sinemaya çok önemli film olmadıkça gitmiyorum. Bunun en önemli sebeplerinden biri de, sinemacılar tarafından enayi yerine koyulmamız. Neden mi? Çünkü, özellikle İstanbul’da sinema biletlerine ödenen ücretler, neredeyse ABD’deki ücretlerle yarışır seviyede. Genelde 12-13YTL civarında ücret talep ediliyor. Bu ücret, yaklaşık 10 USD’ye denk geliyor ki, NewYork’taki iyi bir sinemada da 7-10 USD civarında ödemeniz gerekir. Aslında, beni rahatsız eden ücretin seviyesi değil, bu ücreti ödemeye razı olmamıza rağmen gördüğümüz muamele. Nasıl bir muamele mi? Şöyle ki, film başlamadan önce yayınlanan reklamlara artık dayanmak neredeyse imkansız hale geldi. Fragmanlardan bahsetmiyorum, onları izlemek zaten sinema seyircisinin beklentisidir, ama, ticari olarak sinemaların aldığı reklamlar bugün 15-20 dakikadan az olmuyor, buna fragman süresi 15-20 dakikayı da eklerseniz, filme ulaşmak için en az yarım saat – 40 dakikayı geçirmeniz gerekiyor.

Sinema TV değildir!
TV’lerde izlemeye alışık olduğumuz şekli ile reklamlara sinema salonlarında yer verilmeye çalışılması, üstelik bilet fiyatları bu kadar yüksekken buna kalkışılması, bence sinema izleyicisine yapılan büyük bir terbiyesizliktir. İnsanların birçoğunun sinemaya gelme sebebi, TV’deki yoğun reklam bombardımanından kurtulup, rahatça bir film izlemektir. Bu insanlar bunun için para ödemektedirler. Eğer, siz bu insanlara zorla yarım saat reklam seyrettirmeye çalışırsanız, o güzelim sinema seyircisini bir süre sonra el feneri ile aramaya başlayacağınızdan emin olabilirsiniz.

Tag: , ,

Sinemalar ile ilgili bir (de benden) yazı” için 2 yorum

  1. Altın yumurtlayan tavugu kendi ellerimizle öldürüyoruz. Esnaf mantıgı, insanları yakalamişken, hazır ellerinde kumanda gibi bir sey yokken reklamları izlettikçe izletelim diyoruz. Sektorun bu reklamlarda artık geleceginden yiyor.

    Sinemalarda easycinema.com gibi konseptleri gormeyi cok isterim. Sinema için müşteri gozyle değer yaratmayan her seyi kaldırıp, normal sinemaların yarı fiyatına gene normal sinemalardan daha karlı şekilde iş yapıyor. Hatta, genel olarak düşen sinema izleyiciliğine DVD kiralama işiyle karsılik verdiler.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir